6.08.2018

Karakalem #1




Kuzey cephe pencereli yirmi sekiz yıllık baba evimden ilk kez uzaklaşıp bozkır bir kentin kirli çarşaflı yatakları olan ‘aileye mahsus ‘ ucuz otelinde açtım gözlerimi sabaha. En enfes yanı güneş alan odam, en beteri çarşafların kirini uyandığımda fark etmiş olmamdı. Enleri yaşamaya meyilli yanım için bi’ normallik yoktu etrafta. Koşup muhteşem güneşe hazırladım kendimi, ağustos sabahı buz kesen bir suyla duşta. Üçgen balkonda iki plastik sandalye, kollukları güneşten sararmış... Ne bekliyordum, salıncaklı teras mı! Güneşi arkama verip elektriklenmiş saçlarımın gölgesini izledim balkon kapısında. Saçlarımın özgürlüğünü izledim, özgürlüğünü... Özgürlüğünü!Nazım’ın dilinden düşürmediği o hürriyet meselesi... Bırak şimdi, tabi ki küçük şeylerle mutlu olma martavalı okumam. Bu, büyük şey bende.
‘Şey’?
Otelin yanındaki tarlada bir köpek salınıyordu, çoban köpeği. Ortalama on insan adımı mesafe yürüyüp geriye baktı, birbirini yere yatırmaya çalışan yavrularına. Sonra devam etti. Yavrular da peşinden... Sonra iç sesimin bilinçaltı okumalarından bir cümle tekrarlandı üç buçuk kez kafamın içinde. “Biz senin falsolu kullarınız n'olur bizden razı ol” diyordu. Telefon çaldı. “Ölmüş” dedi ses. Kimse kim! Ölmüş yani. Biri bu sabah bu gün doğumunu görememiş. Kirazın Tadı filmindeki efsane sahneler film şeridi oldu az önce bilinçaltı okumaları yapan zihnimde. Tanısam kendini asanı, belki anılarımızın yönetmenliğini yapardım ama senaryo tanıdık, ne fark eder! Açtım bir şiir okudum ölenin ardından. Üç buçuğu dörde tamamlayan şiiri... Bu da elbet plasebo etkisi.
“Biz senin falsolu kullarınız,
N’olur bizden razı ol.”
Odaya girdim, saçlarımı toplayıp topuz tokasının içine tıkıştırdım. Güneş perdesini kapadım. Uyudum.
...
Hürriyet dedikleri, bir buçuk dünya saati.

 



-Münevver Kübra Peker