30.05.2018

Tek Başına






Her şey rengini kaybetmiş. Kalbimiz  koyulaşmış, karanlık sarmış her bir uzvumuzu. Ruhumuz makinede yüksek derece yıkanmış, çekmiş çoktan. Ne yapsak faydasız, ufacık kalmışız bedenimizin içinde. Boşlukları doldurmanın bir yolu yokmuş, varsa da bulamamışız. Ya da hiç aramamışız. Pembe bir sandalye kalmış yalnızca. Bomboş duruyor yüreğimizin tam ortasında. O da başlamış artık solmaya, tek başına.


-Rabia



29.05.2018

Nazan 5


♫♪♫

Açım ve uykum var.
Saçlarım kirli.
Seni çok özledim Nazan.
Ne kadar dibe vurursak o kadar iyi.

Yüzüne tekrar dokunabilmeye..
Kahkahalarımızın karışmasına..
Şarkılara eşlik etmeye..
Her seferinde film izlerken uyuyakalmaya..

Ah Nazan...
Ya anlatamadıklarım?
Kimse bana inanmıyor.
Seni anlattığım insanlar bana gülüyor.

Bir tek meyhanedeki garson...
O pezevenk de bahşiş için..
Neyse...
Sen gittiğinden beri eve gitmedim.

Sahildeki sabahçı kahvesindeydim.
Neredesin Nazan?
Geberiyorum
Öyle özledim.


-Ali Koç



27.05.2018

Bendeki.


♫♪♫

Nereye aitim ben sahi?
Ait olmak..?
Güvende olmak, bağlı olmak yoksa sevmek mi ki?
Ya da hiçbiri..? 'Hiç' ne kadar acımasız bir kelime, fark ettim de varlığın silgisi.
Neyse konumuza dönelim.
Ya da dönmeyelim. Tüm cevaplar yokluğa çıkıyor bendeki.


-Rabia



25.05.2018

Deyim.



1.
Ellerin ceplerinde yürüyorsun. Ne başını yukarı kaldırmaya yüzün, ne aklındakiler yüzünden etrafa bakacak gücün var.
Tüm umutsuzlukların arasında birini görüyorsun.
Hoşgeldin..

2.
Kaybedecek bir şeyin olmadığını hatırlıyorsun o an. Beynindeki olumlu düşünceler bölümü, örümcek ağlarıyla doluşmuş, çabuk boz.
N’olursun..

3.
“-Şey, afedersiniz.. (Aferin be.)
+Buyrun?”
Bir şekilde konuya girmen lazım. Gülümsediğinde tüm deklanşörlerin kendisine yönelmek istediğini mi soracaksın, kendisine en çok dokunan kitabı mı, adres mi soracaksın..
Sor artık birini!

4.
“-Şeyy.. Sahilde kitap okurken, deklanşörle birlikte kendimi gülümsemenizden denize nasıl atabi..
Iıı..
Şey.. afedersiniz.
Ben buradan sahile nasıl gidebilirim acaba?”
Tam da inanıyordum bu sefer olacağına.. En kötüsü de ne biliyor musun? O cümleyi neden durdurduğunu biliyorum ya,
en çok o koyuyor..

5.
“+İltifatlarınız için teşekkür ederim. (gözleri kısılırcasına attığı bir tebessümle birlikte) Neyse konumuza dönelim, şimdi şuradaki ışıklardan sa..”
Gülümsemesini görüyorsun değil mi? Kıvrımları hakkında kaç konteynır geri dönüşüme gönderilir de, kaç cilde karşılık bulur.. buna bile tahmin yürütemeyecek kadar zavallı hissediyorsun değil mi şimdi?
Biz böyle şeyleri hak edecek kişiler değiliz İsmail abi,
iyi ki durdurmuşsun kendini..


6.
Böylelikle kaybedecek bir şeyinin daha olduğunu öğrenmiş olduk, güzel deneyim oldu bence.
Bu arada o hala karşında..
Adresi tarif ederken ilerideki ışıklara doğru uzattığı avcunun içine yanaklarını koymamak için kendini zor tutuyorsun değil mi..
Tut abi,
tut.. ölmüşüz biz.

  ♫♪♫♪

[Six Feet Under]




-Ahmet Delice




24.05.2018

Bekledim

♫♪♫
Çok bekledim İsmail Abi
Çok bekledim
                                             Gelmedi be İsmail Abi
                                             Senin kadar inançlı olamadım belki
Yenildim ben İsmail Abi
                                                                                                           Yenildim.


-Rabia




Bir Başına


En yakınımda benim
Adım adım peşimde
Yastığa başımı koyarken
Başucumda bekler beni

Ertesi sabah yine aynı
Şekli, cinsi, resmi değişmez
Durur öylece, hissederim
Bilirim, gitmez asla

Çok denedim ayrılmayı
Bu bir iptila mıdır?
Onu bilemiyorum işte
Her şeyi terk ettim de
Terk edemiyorum yalnızlığı

-Mukbil Terzi



16.05.2018

Yıldızlar






-Melike E.



Baba Çember


Sabahın fecrini severim, en erkenini.
Ölmeye çok uzakmışım gibi gelir, ve sen
bakıp sendeki benimi, bendeki senini
hatırlatırsın sabahları erkenden.

Tuhaf bir gülümsemeyle dudakların duru
Rüyada dalmış gidiyorsun, dudak kırmızı.
Bense çöllerde kalmış gibi kuru, kupkuru.
Fildişi kulesindeki, hapsedilmişin kızı

Huzuru bulamadım, ne sende ne doğada
Demek ki huzur sen ve doğa ile beraber
bir başıma kalmammış. Tek kalarak adada
kesmek demekmiş itrtibatı, çizmekmiş çember.

-Mukbil Terzi



14.05.2018

Müzikle Şiir


Bir şiir dinletisine gittiğinizi düşünün. Sahne az sonra icra edilecek dinletiye gebe öylece duruyor. Sahnenin ortasında ise giyilmemiş bir eldiven edasıyla mikrofon arkasındaki konuşmacıdan mahrum bekliyor. Fakat arkada duran boş sandalyelerin vazifesi nedir? Çok sürmüyor ve bu soru cevabını ellerinde irili ufaklı enstrümanlar ile çıkıp aheste aheste gelenler ile buluyor. Bu saz takımı meselenin absürtlüğünden bihaber olarak oturuyor yerlerine ve hazır ola geçiyor. Hayretinizi şayet bu acayip durum celp etmiyorsa sizde de bu modern çağ hastalığı hâsıl olmuş demektir. Teessüf ederim.

Şiirlerin arkasın müzik döşeme hastalığı yeni bir mesele değildir, ama her geleneğin sağlıklı olmayabileceğini iddia eden bana göre pek sağlıksızdır. Şiirin kendine has müzik ihtiva ettiğini söylemeye lafı getirdiğinizde laf birliği hemencecik sağlanıyor. Bu iştirakin karşılığında ise icraatta sınıfta kalıyoruz. Fon müziği arkadan gıy gıy çalınıveriyor. Bir karara varılmalı zannediyorum artık. Ya çalınacak, ya çalınmayacak ve içindeki müzikle yetinilecek.

Fon müziği çalanlar diyorlar ki: “bu şiir yeteri kadar müzik ihtiva etmiyor”. Yani deniyor ki: “bunu yazan zihnimizi yeterince meşgul edemiyor”. Yani deniyor ki: “bu şiire güvenmiyorum yanında müzik çalarak rötuş yapmalıyım”. Şiire güveniniz ve müziksiz okumak üzere yazınız. Müziği uygun olduğu takdirde bir bestekâr besteleyerek üstüne şarkı forması giydirecektir.


Fuzuli’nin


“Şifâ-yı vasl-ı kadrin hecr île bîmâr olandan sor

Zülâl-i zevk-i şevkin teşne-i dîdâr olandan sor”

ile başlayan gazelinde arkadan bir trampet ritmi duymanıza gerek mi vardır. Sizi zaten bu hâliyle tef çalınmıyor mu kulağınıza? Veya Yahya Kemal’in Endülüs’te Raks şiirini okurken bir İspanyol kadının eteklerini savurarak, ellerini çarparak ve topuklarını yere vura vura yaptığı Flamenko dansını gözünüz önüne getiremiyor musunuz? Ahmet Haşim’in ‘O Belde’sinde bir peyzaj resmine bakarak mı okumak zorundasınız?


Şeyh Galip,


“Efendimsin cihânda i’tibârım varsa sendendir

Miyân-ı âşıkânda iştihârım varsa sendendir”

derken dinleyenlerinin her birine sevgilisinin elini tutmasını mı salık veriyordu?


Eğer bu sorulara cevabınızı kafanızı yukarıdan aşağıya doğru sallayarak onadıysanız, durumunuz pek vahimdir. Müzik olmaksızın şiirleri okumalı ve bunların içindeki şiirleri tutup çıkarmayı öğrenmelisiniz. Kulağınızı sözün müziğine göre eğitmeniz gerekiyor demektir. Yuhanna İncili ilk ayetten yanılıyor olamaz zannederim. Çünkü söz en önceki sanattır.



-Mukbil Terzi



Bilhassa Geceleyin..


Şarkıların her bir tınısı seni düşündürüyor.
Nefesim daralıyor. ümidim kırılıyor.
Unutmak için pek çok şeyi olur olmaz onca meşgale buluyorum.
Yoğun ve meşgul oluyorum. yoruluyorum.
Bedenen ve ruhen yoruluyorum.
İçimde bir şey… söyleyemiyorum!
Bazen zihnime konuyorsun.
Küçük, şirin ve masum bir serçe gibi.
Bilhassa geceleyin.
Her şey yine aynı sıradanlıkla ve kırgınlıkla başlıyor.
Ve bitemiyor.


-ozgugulmus_


Siz de Islanın..


Yağmur kokulu şehirleri severim, toprağını severim, içinde yaşayan ıslanan insanlarını severim. Hissettiklerini, düşüncelerini, dertlerini, sevinçlerini, mutluluğunu, hüznünü anlatmaktadır yağmur.
Toprağa anlatır. Islattığı insanlara anlatır. Yağmur anlatır. Yağmur ağlar. Beni duyun, hissedin, dinleyin der. Toprak içine alır, sımsıkı sarar yağmuru, damlalarını, ona can kan olur.
İnsanlar dinler yağmuru, o yüzden yağmur her yağdığında hüzünlenirler. İnsanlar yağmurlarla beraber üzülür. Çünkü yağmurları en iyi insanlar anlar. Bu yüzden severim ben yağmuru, damlalarını, toprağını, ıslattığı insanları; hepsi benim gibi. Kendimi görürüm onlarda; kah bir yağmur damlası, kah bir avuç toprak, kah ıslanan insan olurum. Bu yüzden yağmurlu bir günde asla şemsiye taşımam; sevmem. Yağmuru dinlemek isterim, onu hissetmek isterim, ona yoldaş olmak isterim, toprağa karışmasını seyrederim. Toprağın yoldaşlığını örnek alırım.
Siz de ıslanın. Bırakın elinizdeki şemsiyeyi. Islanmaktan korkmayın. Dinleyin. Hissedin. O yağmurda ıslanırken kendinizden bir parça bulacaksınız. Yeter ki o yağmurda ıslanın. Yeter ki yağmur kokulu şehirleri sevin. Toprağını sevin. Islanan insanları sevin ve siz de ıslanın..


-ozgugulmus_



Hüküm


Ben senin gibi değilim

İnanamıyorum senin gibi dine

Namaz kılmam günlerden cuma değilse

Hele ki geç batıyorsa güneş

Aldırmam ...

Oruç da tutmam

Çünkü ben senin gibi inanmam.

Ama sen kızıyorsun bana

Yargılıyorsun beni... kırıyorsun

Bırak Tanrı versin hükmü

Sen sadece yanımda dur

Kaçma...

Verme bana ceza

Demiyorum ki

Ortak ol günahlarıma

Sadece bana karışma... karışma

Olur olmadık yerde amel defterimi karıştırma!...



-Fatih Mehmet Şahin





Süper Kahraman


Kafamı toparlamam lazım, yazmak için. Yazmam lazım aynı zamanda, kafamı toparlamak için. Bu kez yırtıp atmayacağım yazdıklarımı. İnsan nasıl aşık olur, nasıl olur da aşk bitmez? Bu soruların cevabını hakkıyla verebilecek kadar yazabilsem zaten yazar olurdum. Fazla bir şey beklemeyin, sonuçta bu, kendimi bir konuyla sınırlandırarak yazdığım ilk yazı.

Seviyorum diyorsunuz ya, bir sorgulayın, seviyorum dediğiniz zaman kendinizi, hemen inanmayın. Benim gibi yapmayın. Ben seviyorum diyip hemen kendime inanmıştım. Sonradan çok kez kendime dedim ki “ben sevmiyormuşum”. Sadece sevilmenin tadını çıkarıyormuşum. Onun beni sevişine hayranmışım. Beni mutlu etmek için çabalayan yanlarına aşk demişim. Öyle olunca çok kolay kızabiliyorsun. “Neden artık eskisi gibi değilsin?” diyorsun. Sana tapmayan tüm yönlerini değiştirmeye çalışıyorsun. Bir gün seni şımartmayı bırakınca, sıkılıyorsun. Siz karşıdaki kişiyi sevdiğine emin misin? Bence çoğu zaman sadece kendimizi seviyoruz. Buna “mutlu ilişki” diyoruz. Kimse sonsuza kadar bu şekilde sürdüremez, o seni seviyor, sen de kendini… O film gibi hikâyeler bitiveriyor doğal olarak. Gerçekleri görmeye başladığımızda, hem kendimizi hem karşıdakini üzüyoruz.

“Sen kimsin de bizi bu kadar yargılama hakkını kendinde gördün?” diyebilirsiniz, doğaldır. Ben de sizin gibiydim. 8 yıllık ilişkimin ilk 7 yılında sadece ama sadece kendimi sevdim. Mutluydum, çünkü seviliyordum. Özgürdüm, el üstünde tutuluyordum. Haddimi aşıp kalp kırmasaydım eğer, hala bu ayrıcalıklara sahip olabilirdim. En “karşılıksız seven”  bile, nihayetinde insanmış. Az bir şey sevilmeyi, emeklerinin karşılığını görmeyi beklermiş. Hevesi kaçabilirmiş (ne heves ama 7 yıl). Kırılan kalp ise bir daha zor severmiş. Vazgeçmez, savaşır, belki sevmeye devam edermiş ama o pamuklara sarmalanıp sarılan o kendini bilmez, iflah olmaz şımarık var ya, bulutların üstünden yerin dibine öyle bir çakılırmış ki başını duvarlara vura vura, haykırarak ağlasa ancak kendine gelirmiş. Neden biliyor musunuz? Kafasına dank etse bile bir daha hiçbir zaman eskisi kadar karşılıksız sevilemeyeceğini bildiği için. Masalların prensesiyken kötü kalpli cadıya dönüşürsen öyle olur. Hak ettiğini bulursun.

Size 8 yıllık ilişkimde nasıl ayrılığın kıyısından döndüğümü anlatmayacağım. Ama bence demek istediğimi anladınız. Sizi seven biri varsa kıymetini biliniz. He, onun sevgisini de sorgulamak lazım tabi. Sizi seviyorum deyip kendini sevenlerden uzak durmak lazım. Malum, herkesin başına bu kadar çabuk(!) dank etmeyebilir. Üzülen siz olursunuz.
Biz nasıl mı bitmesine izin vermedik? Sevginin nasıl olması gerektiği hakkında biraz kafa yorunca anlaşılıyor zaten. Bana yaparak yaşayarak öğreten de, nasıl sevileceğini çok iyi bilen malum kişi oldu. Bir etkinlik yapmıştık, travma sonrası psikolojiyle ilgili. Orada çizmiştim süper kahramanımı. (Normal insan, sadece beyni bizden biraz daha büyük, görmediklerimizi görür, anlamadıklarımızı anlar. Böylece biri hata yapmadan önce onu durdurabilir.) Çizdikten sonra fark etmiştim ki “onu” çizmişim. Gerçekten bir bataklığa batmakta olan ilişkiyi kahraman gibi çekip kurtaran o oldu. Kim yapabilirdi kalbi iflah olmamacasına kırılmışken? Kim savaşırdı ki doğru dürüst sevmeyi bile beceremeyen biri için?


Çok da fazla şey bilmiyorum ben, boş verin. Her ilişki nevi şahsına münhasırdır. Ama şundan eminim: vazgeçiyorsa (aklından geçiriyorsa bile) gerçekten sevmemiştir. Ayrılık kelimesini cümle içinde kullanıyorsan zaten vazgeçmişsindir. Aşık olmak elimizde değil diyorlar ya, bilinçli bir şekilde sevmek elimizde. Sevmenin hakkını vermek bizim elimizde. Çok geç olmadan bunu anlasanız iyi edersiniz, severken sevilmek istiyorsanız tabi. Haydi, kalın sağlıcakla…


-Yorum Kale



2.05.2018

Nöbetçi


Doğmadan önce nöbet tutuyordum. Dünya'ya da nöbet tutmaya geldim. Hatırlayabildiğim ilk anılardan olsa gerek.. Kaderim bir depoda çizildi ben küçükken. Babam ve ekürünün meşhur nöbetlerinden birine katıldım daha o yaşta. Bu müthiş tandeme bir yerinden destek verebilmek ne büyük bir onurdu o yaştaki bir çocuk için.
Nöbet, kaderime ne zaman yazıldı bilemem ama o gün tutacağım nöbetler belirlendi. Aradan yıllar geçmesine rağmen hala nöbet tutarım. Bazen 3-5 nöbeti tutarım. Bazen koridor nöbeti tutarım, bazen depo nöbeti. Ben rüyamda bile nöbet tutarım.
3-5 nöbetini ölmeye hazır olan gözleri kardan kapanmış 20 yaşındaki genç arkadaşlar içim tutarım. Bazen karın altında bazen de puslu bir havada.
Ben nöbet tutarken hiç ölmedim ama o genç arkadaşlardan bazıları nöbette öldü. Allah geride kalanlara sabır versin.
Gelelim koridor nöbetine. Nöbet meselesi bana lanetlendiği için buraya da bulaştırdım. Ama öyle bir ciddiyetle yapıyorum ki işimi, eminim takdir ederseniz beni. Ama benim sizin takdirinize ihtiyacım yok.
Kendime has üslubum ile beraber bu nöbetinden de üstesinden geldim
Nöbetler beni çok üşüttü. Nöbetler bana oturarak uyumayı öğretti. Nöbetler bana açılmamış bir kanepede iki kişi uyumayı öğretti. Nöbetler bana gözlerimin kapandığında kulaklarımın açık olmasını öğretti. Nöbetler bana uyanır uyanmaz "Ne yüklü?" sorusunu sordurtmayı öğretti. Bir seçim sabahı ben nöbetten çıkıp eve uyumaya gittim Bahtiyar ile. Ah Bahtiyar. Canım Bahtiyar.
Nöbette olmak demek:
Kar yağarken şoför abilerle savaşmaktır.
Nöbette olmak demek:
Tek başına ıslık çalmayı öğrenmek demektir
Nöbette olmak demek:
Tonlarca kitabı okumak demektir.
Nöbette olmak demek:
Yalnız olmak demektir.
Buz gibi havada baba kabanıyla uyumak demektir.
Nöbette olmak demek:
Gizli gizli ağlamak demektir.
Ben bu hayata nöbet tutmaya gelenlerdenim.
Hayatın nöbetini ben tutuyorum.


-Hayali Tehlike