Kafamı
toparlamam lazım, yazmak için. Yazmam lazım aynı zamanda, kafamı toparlamak
için. Bu kez yırtıp atmayacağım yazdıklarımı. İnsan nasıl aşık olur, nasıl olur
da aşk bitmez? Bu soruların cevabını hakkıyla verebilecek kadar yazabilsem
zaten yazar olurdum. Fazla bir şey beklemeyin, sonuçta bu, kendimi bir konuyla
sınırlandırarak yazdığım ilk yazı.
Seviyorum
diyorsunuz ya, bir sorgulayın, seviyorum dediğiniz zaman kendinizi, hemen
inanmayın. Benim gibi yapmayın. Ben seviyorum diyip hemen kendime inanmıştım.
Sonradan çok kez kendime dedim ki “ben sevmiyormuşum”. Sadece sevilmenin tadını
çıkarıyormuşum. Onun beni sevişine hayranmışım. Beni mutlu etmek için çabalayan
yanlarına aşk demişim. Öyle olunca çok kolay kızabiliyorsun. “Neden artık
eskisi gibi değilsin?” diyorsun. Sana tapmayan tüm yönlerini değiştirmeye
çalışıyorsun. Bir gün seni şımartmayı bırakınca, sıkılıyorsun. Siz karşıdaki
kişiyi sevdiğine emin misin? Bence çoğu zaman sadece kendimizi seviyoruz. Buna
“mutlu ilişki” diyoruz. Kimse sonsuza kadar bu şekilde sürdüremez, o seni
seviyor, sen de kendini… O film gibi hikâyeler bitiveriyor doğal olarak.
Gerçekleri görmeye başladığımızda, hem kendimizi hem karşıdakini üzüyoruz.
“Sen
kimsin de bizi bu kadar yargılama hakkını kendinde gördün?” diyebilirsiniz,
doğaldır. Ben de sizin gibiydim. 8 yıllık ilişkimin ilk 7 yılında sadece ama
sadece kendimi sevdim. Mutluydum, çünkü seviliyordum. Özgürdüm, el üstünde
tutuluyordum. Haddimi aşıp kalp kırmasaydım eğer, hala bu ayrıcalıklara sahip
olabilirdim. En “karşılıksız seven” bile, nihayetinde insanmış. Az bir şey
sevilmeyi, emeklerinin karşılığını görmeyi beklermiş. Hevesi kaçabilirmiş (ne
heves ama 7 yıl). Kırılan kalp ise bir daha zor severmiş. Vazgeçmez, savaşır,
belki sevmeye devam edermiş ama o pamuklara sarmalanıp sarılan o kendini
bilmez, iflah olmaz şımarık var ya, bulutların üstünden yerin dibine öyle bir
çakılırmış ki başını duvarlara vura vura, haykırarak ağlasa ancak kendine
gelirmiş. Neden biliyor musunuz? Kafasına dank etse bile bir daha hiçbir zaman
eskisi kadar karşılıksız sevilemeyeceğini bildiği için. Masalların prensesiyken
kötü kalpli cadıya dönüşürsen öyle olur. Hak ettiğini bulursun.
Size 8
yıllık ilişkimde nasıl ayrılığın kıyısından döndüğümü anlatmayacağım. Ama bence
demek istediğimi anladınız. Sizi seven biri varsa kıymetini biliniz. He, onun
sevgisini de sorgulamak lazım tabi. Sizi seviyorum deyip kendini sevenlerden
uzak durmak lazım. Malum, herkesin başına bu kadar çabuk(!) dank etmeyebilir.
Üzülen siz olursunuz.
Biz nasıl
mı bitmesine izin vermedik? Sevginin nasıl olması gerektiği hakkında biraz kafa
yorunca anlaşılıyor zaten. Bana yaparak yaşayarak öğreten de, nasıl
sevileceğini çok iyi bilen malum kişi oldu. Bir etkinlik yapmıştık, travma
sonrası psikolojiyle ilgili. Orada çizmiştim süper kahramanımı. (Normal insan, sadece beyni bizden biraz daha
büyük, görmediklerimizi görür, anlamadıklarımızı anlar. Böylece biri hata
yapmadan önce onu durdurabilir.) Çizdikten sonra fark etmiştim ki “onu”
çizmişim. Gerçekten bir bataklığa batmakta olan ilişkiyi kahraman gibi çekip
kurtaran o oldu. Kim yapabilirdi kalbi iflah olmamacasına kırılmışken? Kim
savaşırdı ki doğru dürüst sevmeyi bile beceremeyen biri için?
Çok da
fazla şey bilmiyorum ben, boş verin. Her ilişki nevi şahsına münhasırdır. Ama
şundan eminim: vazgeçiyorsa (aklından geçiriyorsa bile) gerçekten sevmemiştir. Ayrılık
kelimesini cümle içinde kullanıyorsan zaten vazgeçmişsindir. Aşık olmak
elimizde değil diyorlar ya, bilinçli bir şekilde sevmek elimizde. Sevmenin
hakkını vermek bizim elimizde. Çok geç olmadan bunu anlasanız iyi edersiniz, severken
sevilmek istiyorsanız tabi. Haydi, kalın sağlıcakla…
-Yorum Kale