Binlerce kilometre yolun ardına saklanıp gelmiştim şehre. Yeşilin, mavinin binbir tonunu peşime takıp gelmiştim. Griyi boyamaya, siyahı aydınlatmaya, beyaza renk katmaya karar vermiştim. Soluk binaları ve yamalı asfaltları geçip ete kemiğe cümbüş olmayı dilemiştim.
Sonbaharın çaldığı kapıyı açıp kurumuş yaprakları yeşertecek, beyaz örtüyü kaldırıp baharı getirecektim. Çiçekler açacak, papatyalar sevgiliye talih olacaktı. Yeşil dallara bülbül konacak, kargalar viran olacaktı, olmadı. Beceremedik velhasıl. Umudun karnı ağrıyor, doktorumuz yok. Ağaçların karı erimiyor, güneşimiz yok. Yeşile hasretiz bu ara. Gözlerimiz fal taşı gibi ama beyazlık gözümüzü alıyor.
Biliyor musun Sabahat abla bütün bunlar olurken dünya dönüyor ama her gün daha büyük bir karanlığa. Gecemizi aydınlatacak güneşi arıyorum be abla. Ufuk çizgisini seçecek bir göz bakıyorum. Kör değilim elbet ama bundan sonra aydınlığı bulur muyum, hiç sanmıyorum.
-Kubilay Önlüel