
Öylece duruyorum bu tozlu balkonda. Ne kayboluyorum ne de var oluyorum. Olmuyor. Sırtımda sükûttan örülmüş bir hırka, ben üşüyorum. Balkondaki demir korkulukların arasından bakıyorum, paslı korkuluklar. İçim de onlara uyuyor. Göğüm karanlık, artık bulutlar da gelmiyor. Onları da anlıyorum, ben olsam gelir miydim bilmiyorum. Bazen balkonun tozu yapışıyor kirpiklerime, gözyaşlarımla yıkıyorum. Sonra uykum geliyor, kıvrılıyorum balkonun köşesine uyuyorum. Sonra yine uyuyorum. Geçmiyor yine uyuyorum. Uyumak uykusuzluğuma çare olmuyor. Çare ne bilmiyorum. Bilmeye bilmeye oturuyorum balkonun köşesinde. Neriman teyze yemek getiriyor bazen. Zorla ağzıma tepiştiriyor. Başlarda hakkımda cevap alamadığı bin tane soru sorardı. Sonra dilsiz olduğuma karar verdi kendisi. Vazgeçti artık sorular sormaktan, hapisteki oğlundan bahsediyor. Oğlunun suçsuz olduğuna, haksız yere hapiste olduğuna ikna etmeye çalışıyor beni. Ben paslı korkulukların arasından bakıyorum, gıkım çıkmıyor. Kocasıyla kavgalarını anlatıyor. Komşularının dedikodusunu yapıyor, ses etmeyeceğimi bildiğinden ağzına geleni söylüyor. O da birine anlatıp rahatlamak istiyordur diyorum, hoş görüyorum. Bazen sokaktaki çocukların topu düşüyor balkona, ben öylece bakıyorum. Gelip alıyorlar toplarını. Alıştılar artık bu halime, garipsemiyorlar. Bazen Zeliha geliyor, küçük arkadaşım. Bir tek onun gözlerine bakıyorum, bir tek ona gülümsüyor içim. Gök mavisi gözleri var Zeliha’nın, upuzun kirpikleri, simsiyah saçları. Genelde balıksırtı örülmüş oluyorlar ama arada at kuyruğu da yapıyor saçlarını. Hiç soru sormuyor Zeliha, gözlerimin dilini sadece o biliyor. Bana dondurma getiriyor bazen. Okulundan bahsediyor. Bir oğlan varmış, saçını çekip dalga geçiyormuş benim minik Zeliha’mla. Ben bulursam ona sorarım, diyorum gözlerimle. Beni desteklercesine elimi tutuyor. Bazen saçlarımı tarıyor, kendi saçları gibi örüyor. Bazen şarkı söylüyor bana, sesi bir ırmakta yıkanmış kadar güzel. Ömrümün sonuna kadar dinlesem bıkmam. Susma der gibi bakıyorum gözlerine. Devam ediyor. Bugün yine geldi minik Zeliha’m. Ufak bir radyo getirmiş, yanımda duran çürümeye yüz tutmuş tahta sehpanın üzerine bıraktı. Artık sana şarkı söyleyemeyeceğim, dedi. Babasının tayini çıkmış, Düzce’ye gidiyorlarmış. Gıkım çıkmadı. Sarıldı bana, ağladı. Benim gıkım çıkmadı, içime aktı gözyaşlarım. Ona söylemek istediğim milyonlarca güzel kelime vardı, gıkım çıkmadı. Şimdi paslı korkulukların arasından gök mavisi gözlere son kez bakıyorum. İçimdeki son gülümsemeyi de alıp gidiyor Zeliha. Ben sükûttan örülmüş hırkamla, karanlık göğün altındaki bu balkonda bir başıma üşüyorum. Son bir gayret titreyen ellerimle radyonun açma tuşuna basıyorum. Radyoda gök mavisi bir türkü çalıyor, Zeliha’nın gözleri gibi bir türkü. Ve ben sükûttan örülmüş hırkamla, karanlık göğün altındaki bu balkonda bir başıma üşüyorum.
-Rabia