16.03.2018
Görünmez Biri
Zaman zaman süreci değil de anları yaşardı. Mesela kendini birden ağaçlık bir yolda yürürken bulurdu. Bazen korkardı uyuyamayan uyurgezerliğinden. Dalamazdı rüyalara bir türlü. Derin uyuyamazdı. Korkudan mı fazla hassasiyetten mi o da bilmiyordu. Ama ben biliyordum. Her anını izliyordum. Dışarı çıktığında onunla birlikte yürür eve döndüğünde o odadan o odaya onunla dolaşırdım. Gölgesi gibiydim ama haberi olmazdı. Birine gizlice eşlik etmek güzeldi. Hem her anına ortak olur hem de ondan bir şey beklemeden yanında dururdum. Bazen çok konuşasım gelirdi. Kahvesinin şekerini, yemeğin tuzunu unuturdu. Hep peşinde dolaşır eksikliklerini tamamlardım. Bilirdim tam kararını. Güzel yemek yaptım sanardı ama altını açıp giderdi Telaşla dönüp yanıp yanmadığını kontrol ederdi; sonra zaten kapatmışım boşuna telaşlandım derdi. Bilmezdi ki o balkonda bulutları izlerken ben mutfağa koşup koşup dönüyorum. Çantasına bir şeyler koymayı illaki unuturdu. Bir kere yeter artık dedim, cüzdanını her eve girişte bıraktığı o sağdaki dolabın üstünden almadım. Çıkarken cüzdanın yanındaki anahtarını aldı, onu unutmadı Allah'tan, ama cüzdanını bıraktı ve çıktı. Bekledim, yolu yarıladık ama hala bihaber kendinden. Tam dolmuşa binecek aklına geldi şükür. Küfür ağzına geldi ama etmedi, söylemedi. Hep evden erken çıkışları kırk yılın başı işe yaramıştı eve geri döndük. Biraz üzüldüm bu duruma, yorulmuştu, kendine kızmıştı. Ama ben hep onunla olamazdım, böyle biraz biraz kendi başının çaresine bakmayı bilmesi gerekiyordu. Şaşkının teki olmak zordu. Fark ettirmeden yaşamak da.
Bir gün yine ablasıyla telefonda konuşuyor birden sinirlendi, fevrinin teki sonuçta ne beklersin. Kendimi tutamadım, araları zaten bozuk, gidip özledikçe baktığı, bazen bakıp ağladığı fotoğrafı çıkardım kitabının arasından. Nasılsa şaşkının teki nereye koyduğunu bilmez. Bir de mutfağa uğradım kahve kavanozunu açtım sonra da pencereyi. Hafif rüzgar yeni çektirdiği kahvenin kokusuyla içeri girdi. Konuşurken yürümek zaten adetiydi. Önce fotoğrafı gördü sonra kokuyu aldı nefesi yavaşlamaya başlamıştı. Tam o sırada ablası da yumuşamış olacak ki gözleri parladı. Yine ağlayacak diye ödüm koptu. Gözyaşlarına zaafım vardı gelemezdim öyle şeylere. Neyseki ucuz atlattık ağlama falan olmadı, huzurla kapandı telefon. Dedim ya, bizim şaşkın aynı zamanda pek de fevri. Kitap okudu biraz, sonra kucağında kitapla uyuyakaldı. Pencere açık. Gittim pencereyi kapattım. Koltuğun kolundaki battaniyeyi üzerine örttüm. Kitabın arasına yere düşen ayracı koydum. Aklı başında biri olsa korkardım bu yaptıklarımdan. Korkardı aklı başında olan. Ama o kadar savruk ve şapşaldı ki hepsini kendi yaptı sanardı. Ah bir çıkıp gitseydim bir başına bir gün o açık pencerenin önünde uyuyakalır, sonra hasta olur ve yine doğru düzgün alışveriş yapmayı unutur bir köşede kalırdı tek başına.
Bir gün yine kendini şu uzaktaki parkta buldu. Aklını her şeyle doldurmuş ne yaptığından habersiz yürümüş yürümüş taa oralara varmıştı. Ben mi? Ben zor yetişmiştim. Ocağa çay suyu koymuş yine balkonda her bahar aldığı fesleğenlerden birini okşayıp uzaklara bakarken ben de mutfağa gitmiş kaynayan suyun altını kapatıyordum. Bir döndüm ki arkamı, yok. Anladım hala hafif serin havada hırkasız, şalsız sokağa fırladığını. Şallarından birini alıp çıktım ben de. Biraz koşturdum yetiştim. Parka vardık, havuzun etrafında dolaştık. Nilüferleri çok severdi. Nilüfer öbeklerinden birine yakın banka oturdu. Çantasını bıraktı yanına hemen, yavaşça şalı çantasına koydum. Sonra ben de suda yüzen yaprakları izlemeye başladım. Güzeldi onunla gezmek. Nerede kafa dinlenir. Hangi düşünceye nerede dalınır iyi bilirdi. Haberi yoktu benden belki ama iyi dosttuk. Biraz bulutları izledim bankın tepesine uzanmış dalların arasından. Nilüferler güzeldi. Havuzda yüzen ördeklerin hareketiyle hafif dalgalanır gibi oluyorlardı. Sonra beraber nilüfer köklerini takip ettik. Acaba nereye kadar uzanıyorlardı. Su pek temiz değildi bulamadık uzandıkları sonu. Olsun onunla aynı şeyleri yapmak güzeldi. Bu arada hava kararmış ben de bu şaşkına uymuşum zamanın nasıl geçtiğini anlamamışım. Serinledi biraz ortalık. E üşüdü haliyle şaşkın incecik elbiseleriyle çıkmış dışarı. Çantasını açtı hemen. Nasıl da biliyorum olacakları. Şalı sırtına aldı sonra da çantasını, düştük yola. Saatler geçmiş ocağa koyduğu su hala aklına gelmemişti. Eve vardık düşünmekten yorgun düşmüştü yine koltuğa uzandı. Bu sefer önce üzerine battaniyeyi aldı. Raftaki kitapları izlerken uyuyakaldı. Işığı kapattım, hemen yanındaki tekli koltuğa oturdum. Sokaktan gelen ışık tam yüzüne vurmuştu. Ben gidersem ne yapar diye düşündüm. Sonra nereye gideceğimi. Hep yalnız olmayacaktı ya. Bir gün illa gitmem gerekecekti. Sabah olunca tekrar ışığı açtım. Unuttuğu alarmını kurdum. Birkaç saat sonra çalacaktı. Koltuğa dönüp uyudum.
-Ceren