20.03.2018
Sayko
Metin girişleri pek beklenmeyen bir bütünün en ilgi çekici ve en cüretkâr kısımları olmaları gerekir. Bu gerekliliği bana aşılayan ise bu cümleleri benim yazıyor oluşum ve senin de okuyor oluşundur. Şimdi bu iki kanıtı olan metin girişinde bir suç işleyeceğiz. Bu suçu anlam bütünlüğüne ve aydınlığa karşı olan herkesle beraber mümkün mertebe anlatım bozukluğuna yer vermeden işleyeceğiz. Dolayısıyla girişi gerçekleştirdik. (Asıl giriş her zaman ikinci paragraftır.)
Sayko kelimesi sosyal medya dilinde çılgın, ilginç, sıra dışı anlamlarında kullanılır. Şimdi siz diyeceksiniz ki bundan bize ne! Haklısınız bu durum sizi ilgilendirmediği gibi beni de alakadar etmiyor. Fakat kendisi de sayko olan bu kelime aslında nereden geliyor diye merak edip gereksiz bir inceleme içine girdim. (Fakat kelimesini kullandığınız bir cümlede fakat kelimesi kendinden önceki kısmın katilidir.)
Sabah olunca uyanmadığınızı gece olunca da esnemediğinizi sağır sultan duydu. Sağır sultan ile ilgili kamyonla sayko espri yapıldı. Nereden geliyor bu saykoluk kardeşim? İngilizce psychopath sözcüğünün kısaltılmış halinin dilimize geçmiş halidir. Muhteviyatı pek müphem bu durum Batı Trakya'daki Avrupalı vatandaşlarımız için hiç de öyle değildir. Çünkü "ruh hastası" yerine bunu biraz daha hafifletip yaramaz, haylaz, uçarı gibi güzide kelimelerimizin yerine değil yanına sayko kelimesini de onlar eklemiştir. (Batı Trakya alfabesinde "h" harfi yoktur.)
Her zaman sorunun cevabı paydayı sıfır yapan katma değerli sayıdır. Sorunun cevabı kaç kişi de saklı bilmiyorum; ama bende olmadığı kesin. Yine sayko olan bu durumu çok açık bir şekilde dile getiremeyeceğim; ama üstü kapalı atıf yapalım. Sayko diye millete laf sokmayacağımı mı sandınız. Ben buraya kin kusmaya geldim. Çünkü bana hissettirdiklerinizin bedelini ödeyeceksiniz. (Geçmişte geleceği patronunun iki dudağı arasında olanlar iyi bilirler.)
Evet sayko patronum burası senin babanın malı ve sen burada istediğin gibi at koşturup ezdiğin işçiler arasında da istediğin gibi ayrım yapabilirsin. Bir sayfalık bu sayko yazı birçokları için alengirli bir anlamsızlık taşıyacakken patronun kızı benimde gelinim olan şahsiyetsiz şahsa pek anlamlı gelecektir. (Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla.)
Bu sayko metne maruz kalan pek değerli okuyucularım sizlerden isteğim gördüğünüz haksızlığa susmayın artık.
-Hayali Tehlike
16.03.2018
Görünmez Biri
Zaman zaman süreci değil de anları yaşardı. Mesela kendini birden ağaçlık bir yolda yürürken bulurdu. Bazen korkardı uyuyamayan uyurgezerliğinden. Dalamazdı rüyalara bir türlü. Derin uyuyamazdı. Korkudan mı fazla hassasiyetten mi o da bilmiyordu. Ama ben biliyordum. Her anını izliyordum. Dışarı çıktığında onunla birlikte yürür eve döndüğünde o odadan o odaya onunla dolaşırdım. Gölgesi gibiydim ama haberi olmazdı. Birine gizlice eşlik etmek güzeldi. Hem her anına ortak olur hem de ondan bir şey beklemeden yanında dururdum. Bazen çok konuşasım gelirdi. Kahvesinin şekerini, yemeğin tuzunu unuturdu. Hep peşinde dolaşır eksikliklerini tamamlardım. Bilirdim tam kararını. Güzel yemek yaptım sanardı ama altını açıp giderdi Telaşla dönüp yanıp yanmadığını kontrol ederdi; sonra zaten kapatmışım boşuna telaşlandım derdi. Bilmezdi ki o balkonda bulutları izlerken ben mutfağa koşup koşup dönüyorum. Çantasına bir şeyler koymayı illaki unuturdu. Bir kere yeter artık dedim, cüzdanını her eve girişte bıraktığı o sağdaki dolabın üstünden almadım. Çıkarken cüzdanın yanındaki anahtarını aldı, onu unutmadı Allah'tan, ama cüzdanını bıraktı ve çıktı. Bekledim, yolu yarıladık ama hala bihaber kendinden. Tam dolmuşa binecek aklına geldi şükür. Küfür ağzına geldi ama etmedi, söylemedi. Hep evden erken çıkışları kırk yılın başı işe yaramıştı eve geri döndük. Biraz üzüldüm bu duruma, yorulmuştu, kendine kızmıştı. Ama ben hep onunla olamazdım, böyle biraz biraz kendi başının çaresine bakmayı bilmesi gerekiyordu. Şaşkının teki olmak zordu. Fark ettirmeden yaşamak da.
Bir gün yine ablasıyla telefonda konuşuyor birden sinirlendi, fevrinin teki sonuçta ne beklersin. Kendimi tutamadım, araları zaten bozuk, gidip özledikçe baktığı, bazen bakıp ağladığı fotoğrafı çıkardım kitabının arasından. Nasılsa şaşkının teki nereye koyduğunu bilmez. Bir de mutfağa uğradım kahve kavanozunu açtım sonra da pencereyi. Hafif rüzgar yeni çektirdiği kahvenin kokusuyla içeri girdi. Konuşurken yürümek zaten adetiydi. Önce fotoğrafı gördü sonra kokuyu aldı nefesi yavaşlamaya başlamıştı. Tam o sırada ablası da yumuşamış olacak ki gözleri parladı. Yine ağlayacak diye ödüm koptu. Gözyaşlarına zaafım vardı gelemezdim öyle şeylere. Neyseki ucuz atlattık ağlama falan olmadı, huzurla kapandı telefon. Dedim ya, bizim şaşkın aynı zamanda pek de fevri. Kitap okudu biraz, sonra kucağında kitapla uyuyakaldı. Pencere açık. Gittim pencereyi kapattım. Koltuğun kolundaki battaniyeyi üzerine örttüm. Kitabın arasına yere düşen ayracı koydum. Aklı başında biri olsa korkardım bu yaptıklarımdan. Korkardı aklı başında olan. Ama o kadar savruk ve şapşaldı ki hepsini kendi yaptı sanardı. Ah bir çıkıp gitseydim bir başına bir gün o açık pencerenin önünde uyuyakalır, sonra hasta olur ve yine doğru düzgün alışveriş yapmayı unutur bir köşede kalırdı tek başına.
Bir gün yine kendini şu uzaktaki parkta buldu. Aklını her şeyle doldurmuş ne yaptığından habersiz yürümüş yürümüş taa oralara varmıştı. Ben mi? Ben zor yetişmiştim. Ocağa çay suyu koymuş yine balkonda her bahar aldığı fesleğenlerden birini okşayıp uzaklara bakarken ben de mutfağa gitmiş kaynayan suyun altını kapatıyordum. Bir döndüm ki arkamı, yok. Anladım hala hafif serin havada hırkasız, şalsız sokağa fırladığını. Şallarından birini alıp çıktım ben de. Biraz koşturdum yetiştim. Parka vardık, havuzun etrafında dolaştık. Nilüferleri çok severdi. Nilüfer öbeklerinden birine yakın banka oturdu. Çantasını bıraktı yanına hemen, yavaşça şalı çantasına koydum. Sonra ben de suda yüzen yaprakları izlemeye başladım. Güzeldi onunla gezmek. Nerede kafa dinlenir. Hangi düşünceye nerede dalınır iyi bilirdi. Haberi yoktu benden belki ama iyi dosttuk. Biraz bulutları izledim bankın tepesine uzanmış dalların arasından. Nilüferler güzeldi. Havuzda yüzen ördeklerin hareketiyle hafif dalgalanır gibi oluyorlardı. Sonra beraber nilüfer köklerini takip ettik. Acaba nereye kadar uzanıyorlardı. Su pek temiz değildi bulamadık uzandıkları sonu. Olsun onunla aynı şeyleri yapmak güzeldi. Bu arada hava kararmış ben de bu şaşkına uymuşum zamanın nasıl geçtiğini anlamamışım. Serinledi biraz ortalık. E üşüdü haliyle şaşkın incecik elbiseleriyle çıkmış dışarı. Çantasını açtı hemen. Nasıl da biliyorum olacakları. Şalı sırtına aldı sonra da çantasını, düştük yola. Saatler geçmiş ocağa koyduğu su hala aklına gelmemişti. Eve vardık düşünmekten yorgun düşmüştü yine koltuğa uzandı. Bu sefer önce üzerine battaniyeyi aldı. Raftaki kitapları izlerken uyuyakaldı. Işığı kapattım, hemen yanındaki tekli koltuğa oturdum. Sokaktan gelen ışık tam yüzüne vurmuştu. Ben gidersem ne yapar diye düşündüm. Sonra nereye gideceğimi. Hep yalnız olmayacaktı ya. Bir gün illa gitmem gerekecekti. Sabah olunca tekrar ışığı açtım. Unuttuğu alarmını kurdum. Birkaç saat sonra çalacaktı. Koltuğa dönüp uyudum.
-Ceren
15.03.2018
Çatı Radyo
(metnin sesi)
İyi akşamlar sayın dinleyen. Sizinle derin yolda karşılaşmış mıydık?
Bu durum hayatın içinde kendimize zaman ayırarak kendimizi hissetme çabasıdır. Telefonda karşımızdakinin içine çektiği nefesi, sesinden aldığımız duyguyu hissetmek tanımsız ya da sonsuzdur.
Limiti çok seviyordum. Bence son noktamdı. Benden istenilen karanlıkta eksi sonsuza doğru gözlerimi kapatmaktı.
Savaşmak için güç biriktiriyoruz sabaha. Doğanın kollarına düşmek için güneşin doğmasını bekliyoruz.
Ama üstüme atılan suça sahip çıkmak için cuma gecesini bekliyorum. Son zamanlarda cuma gecesi için yaşamaya başladım. Özgür hissettiğim ve haftasonunu iki ile çarpan yarım gün...
Şimdi çok heyecanlıyım. Ne olacaksa olsun azdan aza düştük.
Aslında kaçtan kaça çıktığımızın ya da indiğimizin bir önemi yok. Çünkü her hâlükârda kendime itiraf etmesem de derin bir yalnızlığın içindeyim. Kendisiyle konuşan adam kadar yalnızım.
Yalnızlıktan uyuyorum. Uyanıyorum. Uyuyamıyorum. Uykusuz kalıyorum. Dönüp arkana bakmadan uyuma. Korkman gerekecek. Neyse, yorganı çek üstüne.
Sen yorganı çekersin üstüne birisi gelir camını tepikler uyuyamazsın. Tam da böyle en tatlı yerinde... İçinden ya da dışından söversin. Artık hiçbir şeyin önemi kalmamıştır. Uyanmışsındır çünkü. Uyanır uyanmaz yalnız hissettiğin için söversin aslında. Uyandığın için değil..
Ne çabuk başladık. Güzel bir renksin sen. Sana aşık olamayacağım kadar.
Art arda beş kere oralet içmiş gibiyim.
-Ali Koç
Reddiye-i Noktalama
Biz, sözlü gelenekten gelen bir milletin evlatlarıyız. Dedelerimizin ekseriyeti (hatta kahir ekseriyeti), okuma-yazma bilmez idi. Biz de bu yüce dedelerimizden aldığımız sözlü geleneği bir merhale daha kat ettirerek arşa çıkarmak vazifesini kendimize şiar edinmişizdir. Büyük büyük dedelerimiz (öyle olduğunu tahmin ettiğimiz), atın sırtında giderken kitap yazamayacaktı. Bu nedenle yazılmayan kitabın okuyucusu da olmazdı. Ne güzel bir tradisyon ki, bin küsur yıldır (yerleşik yaşama geçmemize rağmen) yazılı kültüre angaje olamadık. Belki de olmak istemedik. Yok, yok! Olmak istese idik olurduk. Biz öylesine şanlı bir milletiz ki, attığımızı tam da on ikiden vururuz (halk arasında alnının çatı olarak geçer). Atadan dededen yanlış görmüş olamayız. Çünkü onlara saygıda en ufak bir kusur etmeyiz. Ettirmem ulan!
Şimdi birtakım gafiller diyeceklerdir ki: “Okumuyoruz, okusak büyük adamlarımız çıkar.”, “Aslında okumak da isteriz de düvel-i muazzama okutmaz.”, “Biz bir okusak var ya, boru da işletiriz. Zaten biliyorsun bor rezervlerinin çoğu da Türkiye’dedir.”. Bu gafiller bir de –maalesef- işin içine ana-babamızı da karıştıracaklar ve onlara “Aman yavrum, evladım okuyun! Biz okuyamadık, siz kendinizi kurtarın.” dedirteceklerdir. Ey evlad-ı fatihan! Ananı ve babanı bu işe bulaştıranları düşünerek okumayacaksın! Okumayacaksın ki, ata-dede izinden vazgeçmeyeceksin. Hele noktalama işaretleri umurunda olmayacak. Olmayacak ki, yazdığından da hiçbir şey anlayamasın gafiller. Onlara müstahaktır.
Nokta(.), virgül(,), iki nokta(:), noktalı virgül(;), üç nokta(…), soru işareti(?), ünlem işareti(!), kısa çizgi(-), uzun çizgi(—), eğik çizgi(/), kesme işareti(‘), tırnak işareti(“), parantez (()), köşeli parantez([]) işaretlerini suret-i katiyede kullanmayacaksın! Bunları tek tek yazdım, çünkü sen de gafil olabilir ve bunları kazara kullanabilirsin. Sakın ha! Sütümü helal etmem yoksa. Maazallah yazdığın anlaşılıverir, sen de onlara benzer gidersin. Kimi kastettiğimi sen anladın zaten. Bizden öyle adam çıkmasın diye uğraşmaktayız.
Son bir meseleyi de eklemekte fayda var. Bunlar o kadar arsız hainlerdir ki, bir de utanmadan fetva makamına müracaat etmiş ve buna mukabil fetva bile çıkartmışlardır. Onu da aşağıya ekliyorum, ibret al ey evlad-ı fatihan!
Sual: Esna-i yazımda, esasiye-i noktalama ve yazıma uymanın şer’en hükmü nedir?
Elcevab: Şer’en vaciptir. Zira kelamın kağıda aksedilmesinde kavâid-i usuliye ve kavâid-i mukarrere vardır. Bu sebepten ötürü sebebiyet-i fitne ve fücur olmaması için şart-ı muteber icra edilmelidir. Kaldı ki, karilerin selameti için dahi olsa buna uymak iktiza eder. Maksud-u şari’ zannımca budur.
Not: Neden mi kurallara uymaya çalıştım? Çünkü yanlışı görüp imana gelesiniz diye.
-Mukbil
Sancı
Akıl almaz bir sancının orta yerine doğmuşuz sanki. Annene, karnındayken verdiğinden bin beteri. Vicdan muhasebesi yaparken bulmuşuz sonra kendimizi. Sancının ortasında, her şeyden bihaber yaşarken hem de. Yalın ayak sokaklarda gezdiğin günlerde bile can alıcı gelmiş bu dünya. Ölmekten değil de yaşamaktan korkarken kalakalmışız bir başımıza. Muasır medeniyetler seviyesine bir bir ulaşırken diğerleri, biz çocuk aklımızla cahil kalmakla gurur duymuşuz. Yok etmekle övünen bir nesil yetişirken, var olmaya sahip çıkmışız olanca gücümüzle. Nahoş bir tat kalmış ağzımızda yaşamakla alakalı. Saygıda kusur, sevgide eksik etmemişiz hiçbirisine. Ya sonrası mı? Sonrası malum işte; ölen çocuklar, babasız kalan çocuklar, aç kalan çocuklar, evsiz kalan çocuklar ve çocuklar...
Kalbinin en kuytu yerinde biraz merhamet ve birazcık sevgiyle bıkmadan yürümeye devam etmeliymiş insan. Dikenli yollarda ayağını sevene yer yokken, ayağını paramparça etmeliymiş. Birisi için biri olmayı başarabilmeliymiş. Sancıyla, acıyla öğreniyormuşsun bunları. İhtimaller dahilinde yaşadığın şu dünyada, birilerine azıcık merhamet borçlu olduğunun farkına varıyormuşsun. Ne acıdır ki bunların hepsini, birileri acı çekerken yapıyormuşsun.
-Kubilay Önlüel
Arayış
Bu gönül bir zindan,
Sen ise gardiyan.
Hükmünü verdi zaman.
Kalemim kırılmış çoktan.
Vicdanım olmuş dört duvar.
Küçük penceremden sızan ışıklar,
Bir de küflü parmaklıklar
İşte bunlar ayrılmaz dostlar.
Zaman mefhumundan uzak
Satır arası hayallerim.
Düşünü kurduğum
Zihnimden yitip giden gözlerin,
Ne zaman gelse aklıma
Çalar zembereği bozulmuş saatim.
Ve ben yine seni,
Hep seni düşlerim.
Kelimelerimce seni hecelerim.
Elimin uzandığı kadar seni ararım.
Yokluğunu almasa da hafızam
Gelmeyeceğini bilirim.
Bilirim ama kabullenmem.
Çünkü kabullenmek yenilmektir.
Ve ben yenilmekten
Hiç haz etmem!
-Fatih Mehmet Şahin
14.03.2018
Ankara'da Kar
Kar başlıyor Ankara’ya yağmaya geceden.
Hava başlıyor sertleşmeye inceden.
Ankara’da bu yağış başka, çok başka,
Daha soğuktur, en soğuk sözlerden,
En soğuk dizelerden, en soğuk heceden.
Kar yağarken Ankara’ya geceden,
Artık yamaçları ve dik yokuşları şehrin,
Uzun uzun uzanan bir kar beyazı,
Artık hissedilirken Ankara ayazı.
Sokaklar griden beyaza dönerken gece,
Renk değişmez bu kentte sadece,
Bu kadar soğuk memleketin soğuk adamlarının
En sıcak, en samimi olduğu devir başlar
Ankara’ya kar yağıyorken geceden.
-Mukbil
Acelem Yok
Seninle şöyle bir konuşamadık
Günlerin nasıl geçiyor?
Anlatırdın eskiden
Konuşulanları bir bir.
Yaşlı bir deli vardı tabirince.
Neden evlenmemişti sevdiğiyle?
Ya pazarcı teyze?
Ne oldu sahi oğlu iyileşti mi?
Yine gidiyor musun sahildeki kulübeye?
Çay demleyip kitap okuyor musun?
Anlatırdın eskiden
Okuduklarını bir bir.
Ne demişti Shakespeare:
"Dik tepelere tırmanmak için,
Başta yavaş yürümek gerekir."
Vakti vardır diyordun.
Acele etme!
Ne de severdin Cemal Süreya'yı
"Özlemek, ölmekten
Sadece iki harf fazla be çocuk."
Bu adamı kesin okumalısın diyordun.
"Kadına yaşı sorulmaz çünkü o da
Bilmez ağladığı gecelerin hesabını, kitabını."
Gecelerin hesabını tutmadım.
Akacak yaşlarım bu kadar.
Dahası yok.
Ölüyorum sanırım yavaş yavaş.
Acelem yok.
-Elif
Diz, Dip, Dün
Dizinin dibindeydim dün, sessiz sedasız uyandın yediyi on bir geçe. İlk sinirini, yeni doğan güneşin tavanına vurmasına karşı yaşadın, sırf sabah sabah kurduğun hayalleri izleyemediğin için. Sen o hışımla kalkınca kalorifere yasladım sırtımı, ayağının altından çekilmek seni rahatlatır diye düşündüm. Yüzünü yıkamak için içeri geçtiğin zaman çalar saatinle biraz muhabbet ettik. Uyandırmaya kıyamıyormuş. Hatta sen erken kalkınca sevinçten kendini bir dakika geriye alıyormuş bu durumu kutlamak için..
O sıra tekrar geldin odaya.
Damlalar yüzünden ayrılmamak için birbirini itiyordu, büyük hır gür çıkmış anlaşılan. Mutfağa yöneldiğini gördüm. Bir daha uğraşmamak için bolca yapıyordun yemeklerini. Sanki kitaplığın, üşengeçlikle alakalı kitaplarla doluymuş gibi. Öğün sonrası yuvarlak, samimi bir masada içiyorsun kahveni. Yere kadar olan pencerenden gördüğün manzara senden güzel değil, bil istedim.
Güneşe olan sinirinden müziğini açmayı unuttun bak yine. Şu kaloriferi de biraz kıs istersen. Önden sen, sırtımdan da kalorifer yeterince acımasız davranıyorsunuz sanki ısıtma konusunda.
Kime diyorum? Neden beni görmezden geliyorsun anlamış değilim.
Heeeeeeeyyy !
Yine tüm sakinliğinle karşılıyorsın çığlığımı. Böyle soğukkanlılıkla karşılamaların her seferinde ayrı hayranlık uyandırıyor nedense. Bak yine aynı şey oldu, kendimi kandırıyor gibi hissediyorum. Yine duymuyorsun değil mi söylediklerimi?
Neyse tüm günün evde geçti zaten, makineye attığın nevresimlerini unutma sakın. Kurutmaya at hatta, çabuk kurusun. Ben gidiyorum şimdi.
Hey!
Heeey!
Artık küçük notlar bırakmanın zamanı geldi buzdolabının üzerine. Bazı şeylerin farkına var istiyorum artık.
Bugün sabah beraber kahvaltı yaptık mesela, haberin olsun.
Her neyse... Plak iğnesini yerleştirmeye gidiyorum şimdi, sırf sen güneşe daha fazla kızıp da çatma kaşlarını diye...
Buyrun... ♪
-Ahmet Delice
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)