13.02.2018
Zaman Geçtikçe Güçlenen Sütun
Kütüphane koridorlarında dolaşırken birden “sütun” kelimesi çarpıyor gözünüze. Merak ediyorsun nasıl bir kitap diye. Sonra bakıyorsun çok eski bir kitap. Sayfalar arasında biraz dolaştıktan sonra tekrar kapatıyorsun ve kapakta o kelime hâkimi insanın ismini görünce seni sarmalayan merak duygusu bir tur daha dönüyor ve açılması imkansız bir merak halkası kaplıyor her yanını. Ne kadar kıvransan boş; ne kadar kaçsan acı ama hoş…
Kendini esir hissediyorsun, ufkun daralıyor, kendini eksik hissediyorsun. Özgürlük, geniş ufuk ve kendini tam hissetmenin yolu oluyor “sütun”.
Alıyorsun artık raftan ve okumaya başlıyorsun. Her sayfayı çevirdiğinde seni sarmalayan halkanın bir bir açılıyor düğümleri…
“Kalemimin yeni ülkesinin ilk konuğu oruç oldu. ”cümlesiyle başlayan Sezai Karakoç, yüzüne bir tebessüm yerleştiriyor insanın. En güzel giriş, en güzel ifade, hem şık hem sade dedirten bir tebessüm…
Sonra kalem yazmak zorundadır diyor ve mütevazılığını mütevazı bir şekilde ortaya koyuyor. Çünkü sen yazmazsan başkası yazacaktır. Ama başkasının görmesini beklemek yerine sen yazmalısın. Nasıl ki Kirâmen-Kâtibîn, gördüğünü yazıyorsa…
Acı gerçekleri seriyor kimi zaman önümüze muhteşem bir üslupla. Ümitsizliğe kapılıyoruz dolayısıyla. İşte o zaman teselli ediyor kendini ettiği gibi: “Yola ne bakıyorsun, yolcuya bak, yolu nasıl olsa gidecek olan o değil mi? Yolun çetinliğinden ve uzunluğundan, bitmezliğinden ne yakınıp duruyorsun? Her doğan gün gidiş gücünü tazeledikten sonra…” Aslında teselli ya da avuntu değil bu cümleler; işte bunlar da acı olmayan gerçekler.
“Bahar varken baharın tadını çıkar ve baharı yaşa; kış varken ise baharın geleceğini bil, bakarı gözle, baharı bekle.”
Günümüzde iman o kadar zayıflamış ki ölümü bırak kıştan bile korkuyoruz. Oysaki Hz. İsmail böyle miydi? Neden? Çünkü o ölümün bir yok oluş değil; yeniden doğuş olduğunu biliyordu. Âlimin dediği gibi aslında ölüm hayat-ı bakinin mukaddimesi değil midir?
İşte bu inanç ve iman Hz. İsmail’i yumuşatmış ve bıçak onu kesmemişti. Çünkü bıçağın kesmesi için az da olsa bir sertlik bir mukavemet gereklidir. Hz. İsmail, Allah’ın iradesi önünde o kadar yumuşamış, o kadar kendinden geçmişti ki, bıçak kesecek bir şey bulamamıştı. Bıçak lisan-ı hal ile yükselen bu teslimiyetin dilinden anlamıştı.
Hanife Çobanlar