Yol biraz tepeye çıktı. Ben Türkiye'nin pek mülayim vilayetini özler iken beni güneye götürüyorlar. En güneye. Sensizliğe ve de sessizliğe. Alın beni buradan. Ben buraya ait değilim. Gözlerimin önüne inen perdeyi ben kaldırıyorum o geri iniyor. Şansım pek yaver gitmiyor bu ara. Ama vukulara vakıfım. Vakıf Olduğum bu vukular genel olarak sosyal hayatta olan günlük durumlar.
İçsel olarak savruluyorum. Kendimi tanıyamıyorum bile. Kim olduğumu bile bilmiyorum.
Sende sitem ediyorsun. Burası dağ... Ama şunu unutmayın acımasız kışlara rağmen ben üşümem.
Bıraktım herşeyi gözlerinde.
Gelmiyor ayaz günler. Sesimdeki enerjiyi duyamayınca Şahane Şibumi üzüldü sanırım. Artık yorgunluk sesime çökmüş. Sanki cenaze olmuşum konuşabilen. Vardı aslında öyle bir iki hikayem. Muhtemelen beynimizin çalışamadığı dönemler. Düşünmeden ve bana birşey olmaz tavırlarıyla hareket ettiğimiz günlerdi. Ölüme her zamankinden daha yakındım ama durumun ciddiyetinin farkında değildim. En azından arkama bakmadan kaçabildim.
Neco Fransa'daymış. Bende Suriye'deyim ne var yani. Ahmet Almanya'da. İyi kötü Türkiye'den kaçma çabasına girmiş bizim ekip. Beni Güven parka bıraksalar. Acayip uykum geldi. Çalan şarkının tadı yok.
-Sen- in geldiği yerden başlıkların birisi çalan. Sanki mozart mı. Kendi kendimi tribe sokuyorum gece gece. Anlamsızlık silsilesine dönüştüm ama sorun değil bunlar.
Bu arada Mozart ile aşık olunabileceğini bir doktor adayından öğrendim.
Yan taraftaki kızlar ara sıra yemek veriyor. Allah razı olsun.
Ulan bizdeki özleme bak. Kafalar kırk yerinden kırık yemin ediyorum. Ya da ifade edemiyorum boşver. Ama olay Gençlik Kıraathanesi. Bu yazıda yer alabilecek kadar hayatımızın içine girdi. Gençliğim Gençlik Kıraathanesinde soldu kabul ediyorum ama orayı özleyeceğim aklıma gelmezdi. Kahveciyi bile özlemişiz. Grup fotoğrafımız kahvecimiz Fikret'in veya Ferhat'ın ya da Faruk'un tam emin değilim ama onun fotoğrafı. Onu da özledik. Yorgun suratını. Öğle vakti Gençliğe gitmiştik. Sabahın köründe gelmişiz diye bi fırça yemediğimiz kalmıştı.
Gençlik deyince aklıma Üzeyir dayı geldi. Trilyonlar verseniz keyfimi bozamazsınız diye bi lafı vardı. 24 Kasımda kravat takmıştı depoda. Ne adam ya. Bende sözde öğretmenim ama pek hissetmiyorum.
Şimdi ben susayım derdim fakat ben susarsam seni göremem. Sana anlatacaklarım sonucunda benim sancısız sızılamayan pek muhterem gözlerimin arkası ne halde?
-ALİ KOÇ