15.01.2018

8 Portakal – 1 Ahtapot


     1996 yılında, Bryan Adams konserinde olduğunuzu düşünün. 
Telefon ışıklarının yokluğunda yüz binleri yanınıza alıp, sadece hayranı olduğunuz sanatçıya bakıyor ve en sevdiğiniz şarkıları söylüyorsunuz. Konserde yanınızda duran insanın yüzünden bile bihabersiniz. Çıkışta eve, içinizi kapsayan garip duygularla James Dean gibi yürüyerek gidiyorsunuz. Anahtarı bir süre cebinizde aradıktan sonra eve giriyorsunuz. Yatağa kendinizi attığınızda gözlerinizi kapatıyor, 4 saniye sonra hafif bir gülümsemeyle geri açıyorsunuz.

     Şimdi bir de sizi en çok heyecanlandıran kişiyi düşünün.
Telefon ışıklarının olmadığını.. Yüz binlerce kişinin, aslında sizin duygularınızı temsil ettiğini.. O kişinin karşınızda durduğunu.. Hafifçe başınızı eğip, sadece onu izleyişinizi düşünün.. Ahtapotlar gibi üç kalbe sahip olmadığımızın farkındayız. Fakat kabul etmek lazım, gözlerimizi kapattığımızda gönüldekine duyulan hayranlığı en az ahtapotlar kadar hissedebiliyoruz.
Ahtapotların gönlü temsil ettiğini düşünürsek, bir kivinin beyni temsil ettiğinden neden şüphe duyalım? Sekiz portakala bedelmiş sonuçta…

- O yoğunlukta bilimsel bir saçmalık gibi düşünüyoruz bunu. Fakat yalnızlığımızda, gönlümüzdekinin bir bakışı aklımıza geldiğinde; sekiz dakika boyunca boş duvara bakabiliyoruz. Beyinle düşünüp, kalple yoruluyoruz.
Filmlerde, kitaplarda, hikâyelerde mutlu sonu öğretiyorlar mesela...
-Yoğunluğumuzda, öğrettikleri gibi anlık mutlu oluyoruz. Gözlerimizi kapatıp açmamız arasında geçen süre yine 4 saniye. Bu sefer biraz daha mahzun ve sinirliyiz. Bize mutlu olmayı öğrettiler, nasıl mutlu yaşanır bilmiyoruz ki?

Haydaaa… 
Şimdi işin yoksa 8 portakalla düşün, bir ahtapotla yorul.


-Ahmet Delice