Babamın ufacık bir çalışma odası vardı. Çalışma odası dediğime bakmayın, evinizin bahçesindeki taş kömürlüğü tertemiz etmiş yıllar önce. İçine eski bir çalışma masası ve bir daktilo koymuş. Ne zaman taşacak olsa düşünceleri, koşmuş bu küçük sığınağına. Çocukken ben de ne zaman düşüncelerimde kaybolsam , kömürlüğün köşesine saklanırdım. Aslında çalsam kapısını, alırdı beni içeri bilirdim ama kapıyı çalmak babamın ruhundan akan düşüncelere haksızlık gelirdi. Babam daktilosuna derdini döker, bense daktilonun sesiyle derdimi unuturdum. Babam eski gazeteler biriktirirdi küçük sığınağında. Bazen gizlice hoşuma giden resimleri kesedim o gazetelerden. Babam gazetelerinin kesilmesini hiç sevmezdi. Ama resimlere ilgim olduğunu bildiğinden çok da kızmazdı. Bir gün 7 Eylül 1995 tarihli bir gazetede bir tavus kuşu resmi dikkatimi çekti. Up uzun bembeyaz tüyleri vardı, gazetenin sağ alt köşesinde duran bu tavus kuşunun. Dolabımın üzerindeki mürekkep balığı ile koalanın tam ortasına ne kadar da yakışırdı. Benim olmalıydı bu resim. Koşarak evden bir makas kaptım. Tam oturdum gazete elimde, güzel tavus kuşumu itinayla keseceğim, “Mustafa” diye bir sesle açıldı çalışma odasının kapısı. Gelen üvey annemdi. Babamın odasına girmemi yasaklamıştı bana. Korkudan makası elime saplayıvermişim. Nasıl oldu hiç anlamadım. Ufacık bir acı bile hissetmedim. Aklımdaki tek şey tavus kuşumun tüylerini kaplayan kanlardı.
"–Özür dilerim, güzel beyaz tüylerini kirlettiğim için özür dilerim." İçimden defalarca bu cümleyi tekrarladım. Üvey annem “Aptal” diye bağırarak tuttu kolumdan, çekiştirerek bahçedeki çeşmenin önüne götürdü beni. Elimi yıkadı çeşmenin altında söylene söylene. Daha önce de defalarca “aptal” demişti ama bu sefer haklıydı galiba. Aptallığım yüzünden dolabımın en güzel köşesini süsleyecek tavus kuşumu kaybetmiştim. Yıllar geçti. Babam daktilosunu bana bırakıp gitti bu dünyadan. Ne zaman daktilonun başına otursam sol elimdeki kesik izim sızladı usulca. Her sızlamada affedilmeyi umut ederek tavus kuşumdan özür diledim.
-Rabia