Kağıttan yapılmış üç turna kondurdun avuçlarıma. Biri kefen beyazı, biri kan kırmızı diğeri göz bebeklerinin siyahı. Kapatmadım avuçlarımı, bir damla yaş düştü kırmızı turnanın kanadına. Avuçlarımda dargın turnalarla, gecenin karanlığında yola koyuldum. Turnalar ağladı ben ağladım. Zaman mekana karıştığı anda erime başladı. Önce bedenim damladı. Akışta yanlış giden bir şeyler olduğunu seziyordum ama yok oluşun cazibesiyle görmezden geldim. Parmak uçlarımdan başlayan erime yavaş yavaş tüm vücudunu sarıyordu. Sıra ruhuma geldiğinde bir nefesin aramıza girdiğini hissettim. Senin nefesin. Burada da buldu ruhumu. Git dedim olmadı kal dedim hiç olmadı. Varla yok arası tuttu ruhumdan nefesin. Turnalar ağladı ben ağladım. Nefesin yetmezmiş gibi gülüşün geldi soğuk duvarlarıma. Hiç ısınmaz sandığım o duvarlar el yakmayan bir sıcaklığa büründü. Nefesinle geçtim ılık duvarlarımdan. Bir sokak başına çıktım, köşede güzel bakan gözlerini gördüm. O an dursun istedim dünya. Gidemedim kaldım ben o bakışlarda. Göz bebeklerinde ölmek istedim. Ölmedim, her geçen dakika biraz daha eridim. Eriyen uzuvlarımı bir sokak lambasının altına bırakıp yoluma devam ettim. Hangi sokağa girsem çıkmaz bir hüzün karşılıyordu ruhumu. Gidecek yerim kalmamıştı. Sona yaklaşmıştık. Tek pencereli bir harabeye sığındım. Turnalar kanatlanıp aralı pencereden sonsuzluğa uçtular. Öylece kaldım. Nefesini çektim içime. Gülüşünü çizdim pencerenin buğusuna. Sonra kimse ağlamadı, kimse gelmedi. Ben öylece kaldım. Tek, eksik, hareketsizdim sensiz.
Yalan söyledim, galiba ben seni sevdim. Galiba ben seni çok özledim.
-Öylesine Biri