30.11.2018

Tek, eksik.. 


Kağıttan yapılmış üç turna kondurdun avuçlarıma. Biri kefen beyazı, biri kan kırmızı diğeri göz bebeklerinin siyahı. Kapatmadım avuçlarımı, bir damla yaş düştü kırmızı turnanın kanadına. Avuçlarımda dargın turnalarla, gecenin karanlığında yola koyuldum. Turnalar ağladı ben ağladım. Zaman mekana karıştığı anda erime başladı. Önce bedenim damladı. Akışta yanlış giden bir şeyler olduğunu seziyordum ama yok oluşun cazibesiyle görmezden geldim. Parmak uçlarımdan başlayan erime yavaş yavaş tüm vücudunu sarıyordu. Sıra ruhuma geldiğinde bir nefesin aramıza girdiğini hissettim. Senin  nefesin. Burada da buldu ruhumu. Git dedim olmadı kal dedim hiç olmadı. Varla yok arası tuttu ruhumdan nefesin. Turnalar ağladı ben ağladım. Nefesin yetmezmiş gibi gülüşün geldi soğuk duvarlarıma. Hiç ısınmaz sandığım o duvarlar el yakmayan bir sıcaklığa büründü. Nefesinle geçtim ılık duvarlarımdan. Bir sokak başına çıktım, köşede güzel bakan gözlerini gördüm. O an dursun istedim dünya. Gidemedim kaldım ben o bakışlarda. Göz bebeklerinde ölmek istedim. Ölmedim, her geçen dakika biraz daha eridim. Eriyen uzuvlarımı bir sokak lambasının altına bırakıp yoluma devam ettim. Hangi sokağa girsem çıkmaz bir hüzün karşılıyordu ruhumu. Gidecek yerim kalmamıştı. Sona yaklaşmıştık. Tek pencereli bir harabeye sığındım. Turnalar kanatlanıp aralı pencereden sonsuzluğa uçtular. Öylece kaldım. Nefesini çektim içime. Gülüşünü çizdim pencerenin buğusuna. Sonra kimse ağlamadı, kimse gelmedi. Ben öylece kaldım. Tek, eksik, hareketsizdim sensiz.

Yalan söyledim, galiba ben seni sevdim. Galiba ben seni çok özledim.


-Öylesine Biri




29.11.2018

Kırmızı


Savrulurken eteklerimin altında ince sızı
Aklıma düştüğün an, ruhumu alır bir kırmızı

Ben seni unuttuğumda yeşerecek bir çiçek
Buna bağlıysa hayat, ölüm burdan gelecek

Ne gider ruhumdan kırmızı
Ne yeşerir bizim mahâlde çiçek
Ne silerim seni bir gün kalbimden
Ne de severim seni hep ölene dek

-Zeki Akbaş




20.11.2018

Artık Düş


Geçti işte paltosu perdem
Görmezden gelebilir misin
Hayalet sokakların kırgınlığını
ve sinirden kuzu kesilmiş halini.
Küplere binmiş güller sulanmaya muhtaç
Ve rüzgar gülleri çatıdan atılınca mutlu
Ardında kalacak kalbimiz ama
Geçti işte dalları derdim 
Ebedi pişmanlık be



-Can Ufuk Erdoğan




13.11.2018

perdebeyazı&gecesaçı


Saç uçlarından başlayıp, gittikçe yukarı çıkan bir ekrana çevrildi tüm gözler..
Belinden başlayan bu deryanın göğsünün üzerine çıkması yaklaşık yirmi dakika sürdü;
göğüs kafesinden o deryanın döküldüğü omuzlara ulaşmaksa otuz beş dakika. 
En heyecanlı bölüme gelmiş olmamıza istinaden, gördükleri karşısında dayanamayacağını düşündüğü için salonu terk eden birkaç kişi oldu. 
O anı görüp de nefesi kesilmeyene, dünyanın en saygısız insanı gözüyle bakacak milyonlarca insan dolaşıyordu dışarıda. 
Neyse ki salonda kalan kimseden çıt çıkmıyordu. 
Görülebilecek en güzel sahneye bakarken kendimizi bu denli sessizliğin içinde bulmak biraz ürkütüyordu içimizi. 
Omuzlardan yükselen derya ile boynun birbirine karışmaması mucizesini kim bu kadar net izlemek istemezdi ki?
salonu terk etmek zorunda kalan zavallı kalbi kırıklar..

..

Huh.. ara verildi sonunda.
Biraz daha devam etseydi, şehirdeki bütün acil servis doktorlarının izinleri iptal edilebilirdi.
Reklam vermediler, ekran köprücük kemiklerinde kaldı ikinci yarıya kadar. 
Yerinden kalkamayıp, gözünü bile ayıramayan zavallı kalbi kırılacaklar..

..

O mucizeyi izlemek yaklaşık kırk dakika sürdü. 
Dayanacağını düşünüp delikanlılık taslayanlardan çok oldu salonu koşarak terk eden. 
Kimse gülemedi bile bu duruma..
Salonun geri kalanı da yaklaşık yirmi dakika süren saçlarla gözlerin karışmaması mucizesine dayanamayıp terk ettiler salonu.
Biraz sert oldu bu sefer; koltukları parçalayıp, koşarken ekranı gösterip ‘O güzellik aklımızı işletmez, başımızdan alır.’ diye Montaigne’den alıntı yapıp, duvarlardaki ‘sigara içilmez’ tabelasını söküp ekrana doğru fırlatan zavallı kalbi kırılanlar..

..

Her neyse..
Film bittiğinde çenemi sol avuç içimde buldum. Çenemi taşıyan kolçağa dayanmış o kolumun da ayrıca uyuştuğunu fark ettim. Sağ elim ise dumanlar eşliğinde diğer kolçaktan aşağı doğru sallanıyordu. 
Sanırım duvardan sökülen yazı ancak böyle bir anda fırsata çevrilebilirdi. 

..

Kalabalıklar içindeki yalnızlığım boyunca hiç bu kadar az kımıldamamıştım beyaz perde karşısında. 
Beyaz perde?
beyaz perdem,
gece saçlım..
zavallı kalbim..



-Ahmet Delice




7.11.2018

4. Renk Senfonisi / Kar Beyazı


Yerler kar ile kaplıydı. Sabahın erken saatlerinde çocuklar okula gidiyorlardı. Gitmesine gidiyorlardı da hava ayazdı. Keskin bir tipi vardı. Ayaz, keskin bir bıçak gibi insanların yüzünü kesiyordu. Ankara'nın ayazını bilirsiniz. Ağır betonların arasında ölümcül bir ayaz dolaşır. Şehir hantallaşmıştı. Adım atmak için adeta ilahi bir izin gerekiyordu. 

Bunca derdin arasında birisi vardı derdi bambaşkaydı. Necdet! Asuman'ı bekliyordu. 

Asuman nereye gitmesi gerektiğini biliyordu. Dedikodu kazanına düşmemek için ara sokaklara daldı. Yanında da kardeşi Neriman... Garibim ablasının çekiştirmelerine dayanamayıp o soğukta ablası ile beraber gidiyordu. Hasılı Necdet ile buluştular. 

+ Ağır geliyor hayat. Ruhumu gasp ettiler. 
-  Özüne dön.. Ruhunu üfleyene..
+  İçimde bir sıkıntı...
-  Her şeyin bir umudu vardır.
+ Vermezler seni bana. 
- Kaçarım ben de o zaman.
.
.
.


-Ali Koç




6.11.2018

Bir Bölü Beş Saniye



Şaibesi ışıltılı vitrinlerinden
Bu asırda,
Hakikatin nefesiymiş gözlerin.
Üstelik ciğerlerine dolan nikotinden
Ve hatta ayak ucuna düşen
Bitik kahraman izmaritten
Bana neyken!
.
“Bırak şu illeti.
Saç tellerim acıyor.”
.

Örneğin bir bölü beş saniye
Değmişse hakikat gözlerime,
İçime bakışlarını çekmeden
“Yaşat Allah’ım” duasına dalarım.
Gözlerinse otobüs peronlarına...
Barış abinin kol düğmeleri çalar içimde.
İçimde sorular, sorgular, yargılar...
.
“Başın omzumda bir fotoğrafımız olmasın mı?”
.
Çoraplarının yerini sor bana.
Elmacık kemiklerine çiçekler çizeyim,
Hakikatin nefesiyle her sabah aynada
Büyüt onları,
Nefesini öpeyim.
Gözlerinin hohladığı camların buğusuna
Adını yazmamı bekleme.
Pencereler,
Kuş dolsun diyedir içimiz.
Kal!
Tüm şaibesi yerle bir olsun şehrin.
Ve sözlükler yeniden tanımlasın ‘mucize’yi.
.
“Yemekte ne var?”
.
‘Ankara’yı sevmiyorum’un
‘Bana sevmeyi anlat’ demek olduğunu söyle.
Heidi’nin koştuğu kırlarda
Büyük babasının köy ekmeğini koklatayım.

Bir varmış;
Faşist köyün sürrealist ressamı
Saçlarını çizmeye kalkmış.
Bir yokmuş
.


-Münevver Kübra Peker




1.11.2018

Bilgisiz Taş


Renksizim.
Hiç havamda değilim.
Alnımın çatında bi' ağırlık var,
Şuramda bi' boşluk.
Sağımdaki pencerenin arkasındaki hava 2 yıldır kapalı.
Kimsesiz değilim var sevdiklerim.
Değilim işte var bi' kaç sevenim.
Çürümüş insanüstü, maymunaltı.
Solumda esmer hemşire
Biri sana 3 kahve getir.
Rengim çok bulanık, çamur gibi
Ellerinden konuşalım doktorların
Onların elleri çok ağır. öyle işte..
Ölüm döşeğinde yatıyorum.
İki güne kalmaz sağlam organlarımı çıkarıp gömerler.
Ama başucumda bir dergi.
Kapağında içeriği yazıyor.
Yeni bulunan kuantum iletişim teknolojisiden,
Yepyeni mikrorobotik tıp yöntemlerinden,
Astronomide çığır açan fiziktanımaz gezegenden bahsediyor.
Rengim, kapalı havadaki deniz gibi.
Beni heyecanlandıracak bir şey yok.
Teorik deniz dibi gibiyim, sabit 4 derece
Şu an dergiyi okusam ne kazanırım?
Sabaha çürüyecek bu beyin ne kazanacak?
Sabaha topraklaşacağım işte
İleride sıkışırsam taş olacağım belki
Dergiyi okuyup daha bilgili bir taş mı olsam?
Tamamen bilgisiz bi' taş olsam ne kaybederdim?
Al şu dergiyi hemşire, tadım kaçtı yine
Ölmeden önce öpülmesi gereken eller dışında
hiçbir şey istemiyorum odamda.
Sabaha elimi de alırsınız, diğer organlarımı da
Kaç kişiye hayat verirsem o kadar uzun yaşarım de mi?
Benim rengim cam arkası kırık gümüş
Hiç olmazsa güzel hayaller uğruna harcandık,
Sevdiğimizin elinden falı bakılmış papatya gibi..


- Alp Eren Erdoğan