15.06.2018

Birleşikalıntılar.


“Duygusal muhtaçlık, tüm insani kötülüğün ve acının kaynağındadır. Kendimiz gibi olmanın karşımızdaki kişiyi memnun etmediğini ya da istediğimiz sevgiyi sağlamadığını fark ettiğimizde, kendimizi başka bir şey olmaya zorlarız. Maskeler kullanıp, olmadığımız biriymiş gibi davranırız. Bu durum, öfke ve bu öfke de suçluluk yaratır. Karşımızdakini sevmemiz gerekirken kendimizi suçlarız ve bu öz-nefreti doğurur.” der Sri Prem Baba.

Burada bahsedilen öz-nefretten doğan içe dönüş, aslında ne bir içe dönüş ne de bir içe gidiştir. İçe dönüş; gönül uğruna kendimizi heba ederken, ısrarla hayal kırıklıklarıyla karşılaşmamızdan meydana gelir. Asla herhangi bir yere ulaşamadığımız, özellikle bir şeyleri yoluna koymanın imkansız olduğu anlamına gelir. İçe gitmek için çaba gösterirken, hala dışa gidiyoruz anlayacağınız. Kendimizi bulmaya çalışırken daha çok uzaklaşıyoruz.

Aklımızı kaçırırken yaşadığımız tüm bu içe dönüş ve düşüşler, etrafımızda tutunacak bir tırabzan aramamıza neden oluyor haliyle.
Platon tırabzan olarak mektup yazmayı seçmiş mesela. Duygusal muhtaçlıktan doğan öyle bir giriş yapmış ki mektuba, ilk okuduğunda Dionysios’un yüzündeki gülümsemenin şiddetini ölçecek sismografın icat edilmemiş olması büyük bahtsızlık. Eğer siz okumuş olsaydınız, yüzünüzdeki kıvrımların oluşturduğu geometrik şekil eminim ki dünyanın sekizinci harikası olarak kayıtlara geçerdi.

Her neyse..

3. mektubunda gelmiş geçmiş en iyi ikinci selam biçimini yazdıktan sonra Platon kendi benliğini öyle bir ateşe vermiş ki, Dionysios’un kağıdı tutarken eli yandı mı merak etmemek elde değil. Bahadır Cüneyt’in posta kutusuna “Çok aşk mektubu gördüm, hiçbiri bana değildi.” dedirten hüzün ve çaresizliğiyle sitem etmiş mektubunda. Tek kelimenin bile yükseltebildiği duygularımızın yerle bir olması ise gelmiş geçmiş en kötü ikinci duygu değil midir zaten?

Ben de bu yazıya o selam biçimiyle giriş yapıp, yüzünüze hafif bir tebessüm ekledikten sonra her şeyin tekrar mahvolacağını anlatıp anlatmamak arasında kaldım. Sonrasında sekizinci harikaya bu haksızlığı yapmanın doğru olmadığını düşünüp, içe dönerken yine yanlışlıkla benliğimden uzaklaştım. Bu yüzden bir terslik yapıp, o girişi yazımın sonunda kullanacağım izninizle.
..
Bu aralar biraz tuhafım çünkü, benim kadar tuhafsınız.

Neşeyle,




-Ahmet Delice




13.06.2018

Bakkal Remzi


Gamsız hayat

Oh ne rahat!

Köşede taburem

Ve masada

Yarım kalmış şişem

Şimdi bir de

Ekmekle zeytinim oldu mu

Benden rahatı yok

Uzatırım ayaklarımı

Keyfime bakarım

Bir günde tam on sekiz saat yatarım

Dedim ya gamsızım

Bundan sonra ne seni ne de sensizliği takarım

Ha bir de bakkal remzi veresiyeyi kesmezse

Şart olsun

Sabah akşam yatarım!



-Fatih Mehmet Şahin




Gül


Geçmişimde rol oynayan biri şu cümleyi kurmuştu bana: "Bir şeyi çok kez uyarırsan etkisini kaybeder, az sayıda ve etkili olmalı." Onun kullandığı yer ve anlam bambaşkaydı, ama sonradan idrak ettim ki bu yaşamın tamamında böyleydi. Gel birlikte düşünelim.

Sevgi:
Sevdiğin çok mu insan var? Ya da az mı? Çok mu sevenin var, az mı? Hiç fark etmez. Ayrıca bu senin kimliğini de belirlemez. Sen sensin, sev ya da sevme, sevil ya da sevilme. Kendini seversen devamı gelir, sevgi yeni sevgilere gebedir. Sevginin azlığını çokluğunu bir kenara koyalım şimdi. Son bir haftada kaç kere "Seni seviyorum." dedin sevdiğin herhangi bir insana? Düşün. Peki bunu derken ne kadar hissettin, hissettirdin? Az kullanıyorsan bu cümleyi yeterli mi bu miktar? Çok kullanıyorsan gerçekten hissederek söylüyor musun her seferinde? Peki ya hiç kullanmıyorsan? Kullan, duymak ister insan sevildiğini. Olayın kritiği şurada: Az ama etkili kullanmak, uyarmak. Anlıyorsun değil mi?
 
Kin:
Hayatından biri geldi geçti, kin mi dolusun ona? Şunu bil, kin nefreti doğurur, nefretse sevginin evrim halidir. Nefret ediyorsan birinden içindeki sevgi kırıntılarını yokla. Bilirsin kırıntıların üstüne basmak günahtır. Temizlemediğin sürece içindeki kırıntıları, yaşam yolun sürdükçe basacaksın onların üstüne. Girmek ister misin günaha? Süpür onları tek seferde. Süpürgeni az uyar, çok uyarırsan(çok aç-kapa yaparsan) etrafa savrulabilir kırıntılar. Az ve etkili uyarmak, unutma, tek seferde. Kapatma düğmesine bastığında nasıl da göreceksin bak sevgi&nefret uyumunu, kininin de yok olduğunu. Ha bir de şu var: Hâlâ sevebileceğini düşünüyorsan şuan kin duyduğun kişiyi, süpürmek zorunda değilsin sevgi kırıntılarını. Kırıntıların yol gösterici olduğu bir masal vardır bilirsin, en sevdiğimdir benim. Hatta hayallerimden bir tanesi ileride küçük kızıma bu masalı okumak, onu uyutmak, göz kapaklarından öpüp onu koklayarak birlikte uyumak. Peki senin hayallerin? Hayallerinin herhangi birinde o kin duyduğun kişi var mı bir düşün. Varsa; kendini kandırma, hâlâ seviyorsun. Varsa; kırıntıları süpürme, yalnızca takip et onları. Hansel veya Gretel ol fark etmez ama git peşinden. Çünkü bu hayatta en önemli şey sevgidir aslen.

Yalan:
Çok yalan söyleme, patlak verirsin. Az uyar insan beyinlerini. Ancak o zaman etkili olur yalanın. Kendini herkese inandırmak zorunda mısın? Anlaması gerekenler anlasa yetmez mi? Bırak inanmasınlar. Ha bir de rengi olmaz yalanın, hepsi karadır unutma. Kararmayı göze alıyorsan ne âlâ!

Uyku:
Uyudun uyandın. Gözlerinin şimşiş. Boynun tutulmuş, oynatamıyorsun. Bedenin uyuşuk, hiçbir şey yapmak gelmiyor içinden. Üstelik hiç uykunu almış gibi de değilsin, sanki hiç uyumamışsın. Peki sence az ve etkili mi uyarmışsın uykunu yoksa çok ve etkisiz mi? Cevabı belli değil mi?

Temas:
Sevdiğin adamı sadece iyi geceler öpücüğü verirken öp, değmesin dudakların ona başka an. Ki gün boyu sıcak dudaklarının ona temasını düşleyerek geçsin tüm zaman'ı, çeksin iple her gece o an'ı. Sen onu sürekli uyarırsan yani günün her saati öpersen ne anlamı kalır ki dudaklarının? Kutsallığını ne kadar sürdürür ki dilin, damağın?

Gizem:
Puzzle gibi ol. Her bir parçanı farklı yerlere gizle. Kolay olmasın bulunması, emek istesin. Sen söyleme yerlerini o parçaların, kendileri bulsun. Bulmayanın da keyfi bilir. Senin canın sağ olsun. Parçalarını nerelere gizleyebileceğin hakkında sana birkaç ipucu verebilirim. Eğer ki ben bulurum diyorsan bu paragrafı okuma, hemen şimdi atla. Böyle benim gözümde daha gizemli olursun sonuçta.

(Bulamaz mısın? Okumaya devam et.)

Parçalardan bir tanesi kalbinin içinde olmalı. Ancak kalbine giren biri bulabilmeli onu. Peki ya o parça son parça mı? Hayır. O kişi çözebilmeli mi seni tamamen? Hayır. Seni tamamen çözmek mümkün olmamalı, hep bir gizli yanın olmalı. Bu yüzden son bir parçanı ruhunda saklı tut. Ancak ruhun bedeninden çıktığı vakit tamamen çözülebil. Çünkü insanlar tenine sarılmak yerine mezar taşına sarıldığında zaten yeniden gizemli olacaksın. Nefesinin gizemi yerini toprağına bıraktı. Bak gördün mü? Gizemin hiç bitmedi, yalnızca evrildi. Çünkü bitmemeli! Yani işin özü şu: Çok uyarma insanları puzzle parçaların konusunda. Ancak böyle etkili olabilirsin bu hayatta.

Şıklık:
Özel bir yere davetlisin, güzel gözükeceğim diye her bir uzvunu mücevherle doldurursan komik gözüküp, sırıtmaz mısın o davette? Bedenini az uyarmalısın, ona nazik dokunuşlar yapmalısın. Boynuna inci bir kolye tak, bir de gerdanın açık olsun, tamamsın.

Kadın:
Bir gül gördün bahçende. Budanması, sulanması lazım. Çok uyarma onu, çok budama yani, çok sulama, ölür yoksa. İster misin ölü bir çiçek? Az uyar, yumuşak dokun yapraklarına. Dikenlerini koparma, varsın batsın. Hem sen hiç gördün mü acısı olmayan güzellik? Bir kere onun sadece çiçeğini sevemezsin, o kadar basit değil. Solmuş dökülmüş yapraklarını da seveceksin, köklerini seveceksin, toprağını seveceksin, dikenini seveceksin! Sevmekle kalmamalısın. Ona gübre, su, güneş olmalısın. Kendinden ona bir şeyler vermezsen ondan bahçende olanca zerafetiyle yaşamını sürdürmesini bekleme, bekleyemezsin. Son olarak şu cümlemi aklına kazı: Her kadın bir güldür.* Şimdi bunu düşünerek bu paragrafı bir daha oku.

(Okuduysan şimdi yazının kalan kısmına geçebilirsin.)

Şanlısın ki; en özel gül türü kadındır, ona iyi baktığın sürece mevsimsel bir çiçek olmaktan vaz geçer. Çünkü her daim bahçende var olmak ister. Bahçendeki güle iyi bak küçük adam, onu az uyar. Az uyar ki, seninle yaşasın bir ömür.

Hoşça kal.🌸

Dipnot1: Ben de bir gül'üm. Sarı bir gül, bodur değil uzun, dikenlerimin sertliği ise insanına göre, hem öyle herkesin bahçesinde açmam kolay kolay, biraz özel bir türümdür. Daha fazla anlatmayacağım kendimi, bahçendeki gül'ü çözecek olan sensin, işin zor, kolay gelsin:)

Dipnot2: İlk baştaki cümleyi kuran, hatta bu yazıyı yazmama ilham olan kişiyi merak ediyorsun değil mi? Etmeye devam et. Ama çok da etme, etkisini kaybeder. Unutma neydi? Az ve etkili.

Dipnot3: Yazıyı çok mu beğendin? Sık sık açıp da okuma. Az ve etkili olmalı bu da her şey gibi, UNUTMA!

Dipnot4: Neden böyle yazılar yazıp bir yerlere göndermiyorsun? diye sorma. Çok kişinin yüreğine dokunursam ne anlamı kalır ki? Benim uyarmak istediğim yürekler belli. Uyarabildim mi?



-M. Banu Yıldız





Delişmen, Söz 49

- ...ah veren giydi.
+ Hazırım.
- ...sevmek değil ama var bir şeyler, bugünlerde de delişmen oluşumu buna bağlıyorum.
-3, 2, 1 Başla, Dur, yazma. Böyle aşağıda dursun biraz. Üç yıldız ile yazının başını ve sonunu belirt. Şimdi yaz.

***
Artık yazacak bir elim kalmadı. 
M42 tarafından kaydedilen bu yazıyı da, geçmişe yolculuk yapan biri olursa ona versinler. Tv'lere, gazetelere çıksın, olmadı sosyal medyaya verin, hiç olmazsa yolu derin birileri okusun. 

Merhaba dünyalı hemşerilerim,
Ben Derviş Delişmen. Dostum M42 ile yıl 11900, Nivmant Ayı'nın 33'ünde Ütopistan'dayız. (Merak edeceklere: Beşiktaş'ın 10. Milenyum yaşı kutlamaları olmayacak, 9'uncusu da olmadı, taraftarlık asırlardır yok.) Yıllardır Zincirli Prenses'i, sevdiğimi, aradım. Bir de siz bakın, Görürseniz eğer nerede olduğunu size veren elçiye söylersiniz. Aslında konu bu değil.

Biraz buradan bahsedeyim. Burada da acı var. Ütopistan'ı Acı'sız hayal etmek saçmalık. Her hayalde aşk vardır. Aşk'ın olduğu yerde de Acı hazır beklemektedir. Acı, Aşk'ın dublörüdür. Aşk işini yapamaz hale gelirse dublör işini yapmaya, kalplere çizikler atmaya başlar. Eğer Aşk sizin senaryonuzda rol sahibiyse yönetmen olarak yapacağınız en akıllıca şey bundan sonraki sahneye yani dublörün sahnelerine güzel bir soundtrack seçmek.

Ben bunu seçtim (https://youtu.be/iWEsrQx6A2U)

M42 yıllardır benim dertlerimi, sırlarımı bilen tek kişi. Yanındaki en yakın beş arkadaşına bile aramızda konuştuklarımızı anlatmıyordur. Burayı tırnak içine al. Hayır hayır, bundan sonraki paragrafı.

"Gün ortasında, buradaki tek yerli olmama rağmen sadece turistlerden oluşan kalabalığın arasında kendimi tek turistmişim gibi hissederek yürüyorum. Her megaloman gibi kalabalıklar arasında daha derin düşünürüm. Ama onu düşünmek için en tenha yerlere ihtiyacım var. Zincirli Prenses ile ellerimizi kenetleyerek rollercoaster'a binmeyi ve 'varoluşsal sancıların kalp sızısına dönüşme evresini' gözlemlemeyi hayal ediyorum. Ne kadar çok kenetlenirsek o kadar hızlı duygusal bağkurumu olacak. Katsayısı negatif olanlarda bağbozumu oluyor [Bağlanma Şiddeti = Bağlanma Katsayısı x (Kenetlenmiş Parmakların Toplam Uzunluğu+Sarılma Yarıçapı) x Kenetlenme Süresi]. Kendimi yine mekanımda buluyorum. Yine gece oluyor. Mintaka, Alnilam ve Alniltak'a bakakalıp yine M42'de yok olmalık bir gökyüzü var. Masa lambası altında kitap okuyarak uyuyakaldığım çadırdan, şımarık ispinoz korosu ile uyanıp sabahın ilk sıcak ışıklarını görüyorum. O soğuk pikenin çıplak bacaklarımı serinletmesinden haz alarak daha tatlı bir uykuya dalıyorum. Görmeye devam etmek istediğim rüyalara dönemiyorum. "

Yine bir gün ıssızken Alpler, yamacında şarap içerek, aptalca duygularla Engelberg'e bakıyordum. Ben içtikçe saatimin başı dönüyordu ve ardından yamaçtan zirveye doğru yuvarlanarak atmosfere düştüm. Alpen Zirvesi'nden göğe fırlamayı ve on bin ışık yılı hızında ilerlemeyi, evrenin sınırına kuyruklu yalnız olarak çarpmayı ve bu fanusun dışındakilere şöyle seslenmeyi ümit ediyorum: "Hey! Zincirli Prenses ne tarafta?" , "Heey! Orada biri var mı?" , "Heeey! Bu nasıl sistem!" , "Heeeey! Yoksa agam bizimle eğlenir?". O hızda giderken mutlaka bir Fizik memuru çevirmesine takılırım. O cezamı keserken, Aşkın Bağlanma Şiddeti Formülünü vermem karşılığında Kütleçekim Daire Başkanlığı'na nasıl ulaşabileceğimi öğrenirim. Artık eskimiş olan milyarlarca yıllık Fizik Yasasını halka sormadan yürürlüğe sokanları bulmayı ümit ediyorum. Nice acının hesabını sormak istiyorum. Denizin dibine çekilip boğulan hayatların katili, taksirle değil Tasarlayarak Adam Öldürme suçu işlemiştir. Tek başıma da olsam eylem yapacağım: Adalet Eylemi. Ya bu kanunlar değişecek ya da kanunlar milyarlarca canlının katili tanrılara da uygulanacak.

Hayatta kalırsam da belki sevdiğime ulaşabilirim. Yıllarca M42'ye Zincirli Prenses'in yerini sordum durdum, Onun yerini M42'nin bildiğini biliyorum. O gün Zincirli Prenses'in yerini bulacağım. Ulaşamazsam soundtrack zaten hazır...

- M42, kayıttan hemen önce bir şey diyordum ya unuttum. Kaydın 15 sn öncesini de yazsana.
+ Tamam
- Durdurabilirsin kaydı.


-nıhrirıngii gıızlirinnn..
***



-Derviş Delişmen



10.06.2018

Olabilir.



Bu yazıyı okuyan kişi, seni şimdiden uyarıyorum. Umutlu olacağız bu gece. Bir geceliğine ışığa tutunsak olmaz mı? Pesimistliğimize yarın kaldığımız yerden devam ederiz tamam. Hadi bu geceyi düşlerimizde yaşayalım. Hadi gökyüzüne bakalım, yıldızların üstünde sek sek oynayalım bu gece. Bulutlarda dans edelim mesela. Sırılsıklam olalım sağanak yağmurda. Kardan adam yapalım, ellerimiz buz tutsun. Hadi ateş böceklerini görmeye gidelim birlikte. Bir de uçurtma uçuralım bu gece, acılarımızı uçurtmalarımıza bağlayıp gökyüzüne bırakalım. Hadi bisikletle dünyayı turlayalım. Bir gemiyle okyanuslara açılalım. Çocuk olalım mesela, atlıkarıncaya binelim, elma şekeri yiyelim. Gözlerimizi kapatıp tek kulaklıktan iki kişi müzik dinleyelim mesela. Hadi sinemaya gidip birbirimizi izleyelim. Yalnızca bir gece düşlerimize salıncak kurup sallanalım. Bir geceye sığar mı hepsi diyeceksin belki ama düş ya bu işte, hadi be sığsın bir geceliğine. Bak ne diyor Bülent abimiz “Olamaz mı? Olabilir.”


-Rabia



7.06.2018

Birçok Özleyiş Var


Birçok özleyiş var
Geçmişe hasret
Geleceğe umut
Birçok bekleyiş var
Güzelliğe vaat
Kötülüğe sebat

Birçok seviş var
Ne çok hayal kırıklığı
Ne çok imtihan...
Sevgiden mi ibaret kalbimiz?
Acıdan mı tenimiz?

Ne çok dokunuş var
Vücudun kaynar kazanlarda
Bir öpüş var
Kızgın kumlardan serin sulara
Hayır diyemeyiş
Umutların kan kaybı
İflah olmaz bir döngü var
Yeniden sev, özle, dokun, acıt...


-yorumkale